Hat Sanatı


HAT SANATI

İslam güzel sanatlarından biridir. Arap alfabesindeki harflerin değişik biçimlerde düzenlenip süslü yazılmasına dayanır. İslam dininde resim yapmak dini düşüncelere dayanarak  yasaklandığı için, Hat sanatı resim sanatının yerini almıştır. Bu sanatla uğraşanlara "Hattat" denir. Camilerin iç duvarlarının, ki
tap kapaklarının, mezar taşlarının yazılıp süslenmesinde bu sanattan yararlanılmıştır. Ülkemizde 1928 yılında Latin harflerinin kabul edilmesi ile birlikte bu sanat eski önemini yitirmiştir.
Çin'de aydınlarca benimsenmiş bir düşünce eylemi olarak özel bir yeri vardır. Yazıdan doğan hat sanatı. Hanlar döneminin sonlarından başlayarak haberleşme işlevini bir yana iterek Hattatın kendi duyarlığını anlatmaya  yarayan biçimsel ve plastik bir yaratıcılığın dayanağı durumuna geldi. Hat sanatı eski dikilitaşlardan bugünün duvar ilanlarına kadar Çin yaşamının bütün alanlarına girdi.lV.yy. dan beri üç ana üslupta ele alındı. Düzgün (Kaişu),yarı işlek (Şingsu) , İşlek (tsaosu) ,yazı sanatının tarihi ve gelişimi bu sanatı devamlı uygulamış olan Çin İmparatorluğu aydınlar yönetimine sıkı sıkıya bağlıdır. Saygınlığı ve en büyük uygulayıcıları da bu gelişmelerden doğmuştur. Vang Şici (321-379) oğlu Vang Şianci (344-388) Huaiasu (725-785) Su Dongpo (1036-1101) ve Mi Fu (1051-1107) ,vın Cingming (1470-1559) ve Dong Çiçang (1555-1636) vb. Japonya, Kore ve Vietnam da  olduğu gibi V-Vl.yy.lara doğru Çin Hat sanatı benimsendi. Ancak zamanla duygusal izler taşıyan dekoratif bir boyuta sahip özgün bir üslup geliştirildi.

Arap sanatında Hüsn-i hat olarak adlandırılan güzel yazı, daha sonra Arapçada çizgi, yazı anlamına gelen hat sözcüğü ile karşılandı. Müslümanların kullandığı Hat ın temeli, Araplar gibi Sami ırkından olan ve bugünkü Ürdün'ün batısıyla, Lüt Gölü'nün güneyinde yaşayan Nabatiler'in yazısına dayanır. Bu kavim ortadan kalktıktan sonra Araplar onların yazısını benimsediler. Hz. Muhammet'in doğumundan iki yıl önce 568 de yazılmış bir kiliseye ait olan Harran yazıtlarındaki Hattın ilkel Arap yazısıyla benzerlikler gösterdiği görülmüştür. İslamiyet'ten önceki yakın tarihlere ilişkin öteki yazıtlarda ve papirüslere yazılmış metinlerde harflerin bir bölümünün köşeli, bir bölümünün de yuvarlak oluşu, başlangıçta Arap hattının da bu iki özelliği taşıdığını gösterir. Arap bilgini Kalkaşandi (XlV.yy.) Nebati hattının Irak'ta ki Enbar ve Hire kentlerine, ticaretle de Vl.yy  sonlarında Orta Arabistan'a Mekke'ye geldiğini bildirir. Arap bilginler Arap hattına, yazıldığı ve kullanıldığı yerlere göre çeşitli adlar verdiler. Kimi bilginler bu yazının temelini (yanlış olarak) G. Arabistan'da yaşayan Himyeri Krallığı'nın müsned adlı yazısına dayandırıldıklarından, ona önceleri "kopma, ayrılma" anlamına gelen cezm adını verdiler. Oysa Himyeri hattında her harf, Latin yazısında olduğu gibi bağımsızdır. Kimi bilginlerde Arap hattını, Mekke’de kullanıldığı gibi Hatt-ı Mekki, Medine'de kullanıldığı için de Hatt-ı Medeni olarak adlandırılırlar. Bu tarihlerde yazı Mâil (dikey harfleri uzun ve sağa doğru eğik) ve meşk (yatay harfleri fazlaca uzun) olarak iki usluba ayrıldı. Dört halife döneminde (632-661) birçok bölgenin ele geçirilmesiyle Arap hattı yaygınlaştı, yeni adlarla gelişimini sürdürdü. Basra’da hatt-ı basrî ,halife hz.Ali'nin küfe kentini merkez yapmasından sonra da hatt-ı Kûfî adını aldı. Emeviler döneminde (661-750) İslam devletinin sınırları Türkistan'dan Endülüs'e kadar uzanırken Arap yazısı çeşitli İslam ülkeleri tarafından kullanılan ortak bir yazı haline geldi ve İslam Hattı olarak anılmaya başlandı. Emeviler'in son dönemlerinde hatt-ı küfi değişikliğe uğradı ve harflerin köşeli biçimleri yuvarlaklık kazanmaya başladı. Abbasiler döneminin başlarında kûfiden aklâm-ı sitte (altı kalem) denilen ve muhakkak, reyhani sülüs nesih tevki ve rıka' dan oluşan altı tür yazı meydana geldi. Aklam-ı sittenin  doğuşuyla, kûfi yazı dönemini yitirdiyse de, süs öğesi olarak günümüze değin kullanıldı.(Anadolu'da Süleyman l dönemine değin, daha sonra da XlX .yy.da ) Abdülhamit döneminin ünlü gazetecisi ve yazarı Mehmet Tevfik Ebüzziya (1848-1923) küfi yazıyla güzel yapıtlar bıraktı.(Kitap başlıkları, Yıldız Camisi'nin kuşak yazısı) İstanbul'da Kızıltoprak'ta ki Zühtü Paşa Camisi'nin kuşak yazısı da kûfi hatla yazılmıştır. Günümüzde Prof. Emin Barın  (Öl.1987) Küfi yazıyla güzel kompozisyonlar meydana getiriyordu. İranlıların dinsel yapılarında da bu yazının başarılı örnekleri bulunmaktadır. Günden güne değişen aklam-ı sitte, ünlü Arap veziri ve hattat- İbni Mukle'nin (886-940) yazılarında belirli kurallara kavuştu. Sanatçı noktayı, elif harfini ve yuvarlakları ölçülere bağladı ve bu ana ölçüler içinde yazdı. Günümüzde İslam ülkelerinde kullanılmakta olan aklam-ı sitte' nin özellikleri şunlardır: muhakkak yazı sülüse göre köşeli olduğu gibi, yuvarlak harflerinin derinliği az, uzunlukları fazladır. Reyhani yazı, muhakkakanın küçük yazıları biçimidir, kuralları aynıdır. Sülüs yazı muhakkaka oranla boy ve genişlik olarak  biraz daha küçüktür, yuvarlak harflerinin derinliği biraz fazla boyları ise kısacadır. Tevki yazı sülüsün küçüğüdür. Başka harfle bağlanması olanağı bulunmayan kimi harfler bileşme ve bağlanma eğilimi göstermesi, bu hattın özelliklerindendir. Rika yazı Tevki'nin  küçük yazılan biçimidir ve kuralları değişmez. Muhakkak ve Reyhani yazılar XVl.yy'a değin özelikle büyük boy Kuran’larına yazılmasında kullanılmıştır. Sülüs ve nesih hatların kullanım alanı geniştir. Tevki yazıyla daha çok vakfiyeler, rıka ile de dua kitapları, vakıfnameler ve icazetnameler yazılmıştır. Bu yazılar küçük küçük ayrılıklar gösterdiklerinden, bunlardan birini bilen hattat ötekileri de kolaylıkla yazabilmektedir. Doğruluğu tartışmalı olmakla birlikte kimi kaynaklar Emeviler döneminde siyakat hattının varlığından söz ederler. Anadolu Selçuklularınca bilinen bu yazının sanatsal bir özelliği yoktur. Yaklaşık 1878 e değin maliye tapu ve evkaf kayıtlarında kullanılmıştır. Kûfi kökenli olan bu yazının okunması bilgi ve deneyime bağlıdır. Bu yüzden hesaplarda gizliliği korumak amacıyla bulunduğu sanılır. Kaynaklara göre Xl.yy.da İran'da ortaya çıkan talik yazının tevki, rıka, nesih ve hatta İranlıların eski alfabelerinin (avesta pehlevi) karışımından meydana geldiğine  inanılır. Bu yazı Xlll.yy ın başından sonra önemini yitirdi ve yerini nestalik yazıya bıraktı "asılı asılmış" anlamına gelen talik yazıda hemen hemen tüm harfler birbiriyle birleşir ve birbirine ve asılı durumda gibidir. İran ve Afganistan'da kullanılan bu yazı, günümüzde de yalnızca bu iki ülkede sanat yapmak için uygulanmaktadır. İranlı sanatçıların buluşu olan nestalik yazının ilk örneklerine Xlll .y da rastlanır. Bu yazı gerçek formuna Xv.yy. da ulaşmış kırlangıç kanatlarını andıran görünüşüyle daha çok şiir kitaplarının yazımında kullanılmıştır. Kurallara uymaksızın yazılan nestalikle şikeste nestalik denir.

İranlıların tarassul ve talik yazılarından esinlenerek Türk hattatlarca bulunmuş olan divani yazı divanı hümayun 'dan çıkacak resmi yazışmalarda ve kararların yazımında uygulandı. Bu yazıda harfler sola aşağıya doğru eğiktir. Satır sonları da hafifçe yukarıya doğru yükselir. Bütün harfler birbirleri ile birleştiği için okunması ve yazılması güçtür. Divaninin irisi anlamındaki celi divani, daha kalın, geniş uçlu kalemle yazılır. Harfleri farklı ve süslüdür. Divani gibi Divanı hümayundan çıkan ferman, menşur ve temliknamelerde kullanılan bu yazıyla Mehmet ll den (Fatih) sonra rastlanır. Osmanlı Hattatlarınca Divani ‘den esinlenerek geliştirilmiş olan Rika’nın ilk örnekleri Ahmet lll dönemindedir. Divan-ı Hümayunda ve Babıali’de kullanılan rıka yazıda  dikey harflerin boyları kısa eğimleri azdır. Yazılması ve okunması kolay olduğundan yazımı yaygındır. Hattın olabildiği ölçüde küçük yazılmasına hurda (küçük) ,gubari (toza bezeyen, toz gibi) ya da hafi (gizli) denir. Normal ve büyük yazılarda görülen sanatsal nitelik hurda yazılarda yoktur. Bir pirinç tanesine yazılmış Fatiha süresi hurda hatta örnek gösterilebilir. Büyük, daha doğrusu ,geniş ölçüdeki yazılara celi hat denir. Genellikle üç mayi aşan hat celi sayılır. Türk hattatlarının sülüs celisiyle yazılmış büyük levhaları özellikle dikkati çeker. Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin (1801-1876) günümüzde Ayasofya Müzesi'nde bulunan sekiz levhası dünyanın en büyük celi yazıları sayılır. Bunlarda harflerin genişliği 35 cm. levhaların çapı da 7,5 m. dir.

Hatt-ı müselsel (zincir gibi yazı) harfleri birbirine bağlanarak yazılan ve sülüs hatta uygulanan bir yazı biçimidir. Alay Emini Arif Bey sülus ve rika hatlarda harflerin ağaç dalları biçiminde düzenlenmesini denemiş (hatt-ı şeceri) ancak bu uslüp tutunmamıştır. Dinsel eğitimlerde alınan icazetnamelerle,hattat icazetnamelerinde kullanılan rıka yazıya hatt-ı icaze ya da hatt-ı icazet denir.İkili yada iki bölümden oluşan yazılar ise hatt-ı müsenna diye adlandırılır. Bu tür yazılarda sağdaki bölüm soldakinin tersidir. Güzel bir görünümü olan bu yazılara aynalı yazılar da  denir. Her tür yazıya uygulanabilen hatt-ı muamma, sözün okunması zor bir biçimde düzenlenmesi istifinden oluşur. Hatt-ı sübuli de bu türdendir. Hattat Arif hikmet tarafından uygulanan bu yazıda harfler sümbüle benzetilir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu 'nun (öl.1978) buluşu olan alev Yalısı’nda harfler alev biçimindedir. Ancak bunlar bir hat türünden çok birer üslup denemesi olarak nitelenir.
Geçmişte Hat dönemin ünlü hattatlarının verdiği derslerde öğreniliyordu. Osmanlı döneminde Enderun da da hat dersleri vardı.1914 te Medreset'ül hattatin  açıldı. Cumhuriyet'ten sonra Hattat mektebi adıyla yeni harflerin kabulüne değin (1928) etkinliğini sürdürdü. Daha sonra İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi'nde Türk süsleme sanatları bölümünde öğretildi.(1936-1963) Günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde hat sanatı dersleri verilmektedir. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmen şiirleri

HEM 1. Kademe okuma – yazma kursu zümre öğretmenler kurulu

Özel Eğitim Uygulama Okulları (III. Kademe) İş ve Beceri Uygulamaları dersine ait taslak öğretim programları