Cehennem Adası

 



Lev Nikolayeviç Tolstoy un "Bir gencin dramı" adlı eserinden bir bölüm.. Asırlar geçse de bazı şeyler değişmiyor!... Gerçekten okumaya değer bir hikaye..



Cehennem Adası



Bu öykü, İsa'nın, Allah'ın dinini insanlara tebliğ ettiği sıralarda geçmiştir.

İsa'nın tebliğ ettiği bu din öyle açık, uygulanması öyle kolay bir dindi ki, geniş kitlelere yayılmasına hiçbir şey engel olamıyordu. Bu din insanları kötülükten öyle kesin bir şekilde alıkoyuyordu ki onu kabul etmemek elden gelmiyordu.

İşte bu yüzden, tüm şeytanların reisi olan Velzevul büyük bir endişe içindeydi. Eğer İsa, bu dini tebliğden vazgeçmezse,insanlar üzerindeki otoritesini, bir daha geri gelmemesi kaybedeceğini açıkça görüyordu. Evet kaygı içindeydi ama asla ümitsizliğe düşmedi. İsa'yı mümkün olduğunca

yıpratmak için, kendi yolunda giden sapık softaları ve bilginleri ona karşı kışkırtıyor; havarilere de, onu tek başına bırakmaları için telkinlerde bulunuyordu. İsa'nın, yapılan işkenceler, sövülüp sayılmalar karşısında fazla dayanamayacağını, bir de bunlara tüm havarilerinin kendisini

terketmesi ve öldürülme korkusu eklenince dinini inkar edeceğini umuyordu. Böylece bu dinin tüm gücünü yok etmeyi tasarlıyordu.

İsa çarmıha çıkarılırken: "Allah'ım! Niçin beni bıraktın" deyince Velzevul sevinçten kabına sığamadı. fakat bir müddet sonra İsa çarmıhta: "Allah'ım onları affet. Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar" diyerek son nefesini verince,Velzevul bundan böyle yapabilecek birşey kalmadığını,

kendisi için herşeyin bittiğini anladı. Kendi elleriyle ayaklarına geçirdiği zincirleri çıkarıp kaçmak istedi ama zincirler ayaklarını bırakmıyordu. Kanatlarına dayanarak ayağa kalkmak istedi ama bir türlü kanatlarını açamadı. Bir süre sonra İsa'nın nur saçarak, cehennemin kapıları önünde

durduğunu gördü. Tüm günahkarlar cehennemden çıkıyor, şeytanlar oraya buraya kaçışıyorlardı. Sonra, cehennemin duvarları büyük bir gürültü çıkararak çöktü. Velzevul'un yüreği bu manzara karşısında daha fazla dayanamadı ve Velzevul korkunç bir çığlık atarak yarılan topraktan Araf' a

yuvarlandı.



Aradan üç asıra yakın bir zaman geçti. Velzevul'un her yanını bir ölü sessizliği kaplamıştı. Zifiri karanlıkta hiç kımıldamadan yatıyor, olup bitenleri aklına getirmemek için kendini zorluyordu. fakat kendi felaketine sebep olan İsa’ya diş bilemekten de kendini alamıyordu.

Bir gün, aşağıdan ayak seslerine, bağırıp çağırmalara,inleyişlere ve diş gıcırtılarına benzer sesler geldiğini duydu.

Başını kaldırıp, gelen seslere kulak kabarttı. İsa'nın zaferinden sonra cehennemin yeniden kurulacağı aklının köşesinden geçmiyordu. Olur şey değildi bu. Fakat bu arada, patırtılar,inleyişler, diş gıcırtıları gittikçe artıyordu.

Velzevul o anda biraz doğrulup, prangalı ayaklarını kendine doğru çekti. O sırada prangalar kendiliğinden açılmıştı. Velzevul bu işe çok şaşırdı. Kanatlarını çırpıp,eskiden olduğu gibi ıslığını çalarak yardımcılarını yanma çağırdı. Henüz bir saniye bile geçmemişti ki yukarıdan açılan

delikten bir sürü şeytan inip, Velzevul'un etrafım leş kargaları gibi sarıverdi. Bu şeytanların kimisi iri, kimisi ufak, kimisi şişman, kimisi de zayıftı. Kısacası kısa kuyruklu dan, eğri boyunluya varıncaya dek her çeşit şeytan vardı.

O sırada küçük pelerinli, siyah tenli, yuvarlak yüzlü, sakal ve bıyığı olmayan, kocaman göbekli, çırılçıplak bir şeytan,dizlerini büküp Velzevul'un tam karşısına oturmuş, ateş gibi gözlerini kah açıyor, kah kapıyor, uzun ve ince kuyruğunu sağa sola sallayarak durmadan Velzevul'a sırıtıyordu.



Velzevul yukarıya doğru bakarak:

- Bu gürültü de ne? Ne oluyor orada? dedi.

Küçük pelerinli şeytan cevap verdi:

- Değişen birşey yok, eski tas, eski hamam.

- Demek yine günah işleyenler var?

- Hem de bir sürü.

- Peki, adını ağzıma almak istemediğim o adamın dini ne durumda?

Bu soru üzerine küçük pelerinli şeytan öyle bir sırıttı ki sivri dişleri göründü. Diğer şeytanlar da kıs kıs gülmeye başladılar.

Küçük pelerinli Şeytan:

- Bu din bize hiç engel olmuyor. Çünkü onlar gerçekte bu dine inanmıyorlar, dedi.

Velzevul:

- Canım, bu din, onları bizim şerrimizden korumuyor muydu? Hem o, kendini kurban ederek bu dini sağlamlaştır mamışmıydı? diye sordu.

Küçük pelerinli şeytan kuyruğunu hızla döşemeye vurarak:

- Ben bu dini yeni baştan işledim, dedi.

- Nasıl işledin?

- öyle bir hale getirdim ki, insanlar onun dinine değil benimkine inanıyor ama onun adıyla anıyorlar.

- Nasıl yaptın bunu?

- Aslında kendiliğinden böyle oldu. Ben yalnızca destekledim o kadar.

Velzevul:

- Kısaca anlat, dedi.

Küçük pelerinli şeytan başını önüne eğip, düşünüyormuş gibi yaparak anlatmaya başladı:

- O korkunç olay, yani cehennemin yıkılışı başımıza gelip de sen bizi yalnız bıraktığın zaman, ben neredeyse hepimizin kökünü kazıyacak olan bu dinin yayıldığı yerlere gittim. Bu dine mensup insanların yaşantılarını görmek istedim ve gördüm ki bu din doğrultusunda yaşayan insanlar tam anlamıyla mutlu, bizim bu insanlara yaklaşmamız mümkün değil... Bunlar birbirine darılıp küsmüyor, kadınların cazibesine kapılmıyor, ya hiç evlenmiyor ya da bir tek kadın alıyor, mal-mülk edinmiyor, her şeylerini birbirleriyle paylaşıyor, üstlerine saldıranlara karşı kendilerini savunmuyor, kötülüğe iyilikle karşılık veriyorlardı, öyle güzel yaşıyorlardı ki bu yaşayış diğer insanları onlara yaklaştırıyordu. Bu hali görünce ben, her şeyden ümidimi kestim ve oradan uzaklaşmayı düşünmeye başladım. Tam o sırada önemsiz gibi görünen bir şey oldu ve ben kalmaya karar verdim. Olay şuydu: Orada bulunan insanların bir kısmı sünnet olmanın zorunlu olmadığını, bir kısmı da sünnet olmanın şart olduğunu ve putlar için kesilen kurbanların yenilemeyeceğini söylüyordu. Ben her iki tarafa da, bu meselenin çok önemli olduğunu, Allah' a kulluk ile alakalı olduğu için davalarını sonuna kadar savunmaları gerektiğini fitlemeye başladım. Onlar da bana kandı ve tartışma büyüdükçe büyüdü. İki taraf da birbirine kızmaya başladı. O zaman onlara, davalarını doğruluğunu ispatlayabileceklerini telkin etmeye başladım. Gerçi hiçbir zaman mucizelerle bir davanın doğruluğu ispat edilemezdi. fakat onlar, birbirlerine karşı haklı çıkmaya çalıştıkları için bana inandılar. Kimileri kendilerine İlahi haberler geldiğini, kimileri de İsa'yı gördüklerini söylüyordu. Hiç durmadan buna benzer birçok şey uyduruyor, farkına varmadan İsa'ya iftira ediyorlar, bu işi bizden daha iyi beceriyorlardı. Sürekli olarak birbirlerini yalanlıyorlardı.

İşler yolundaydı. fakat bu müthiş aldatmacanın farkına varırlar diye ödüm kopuyordu. O zaman "kilise" diye bir şey uydurmak aklıma geldi. Onlar ona inanınca rahatladım.

Böylece cehennemin yeniden kurulduğunu ve bizlerin de kurtulduğunu anladım.

Yardımcılarının kendinden daha akıllı olduğuna inanmak istemeyen Velzevul, sert sert:

- O "kilise" dediğinde de ne biçim şeyİ diye sordu.

- Kilise, yalanları Allah’ a doğrulatan kurumun adıdır. Bu işi Allah' a dayanarak ve: "vallahi bu şey doğrudur" diyerek yapar. Kilisenin en büyük özelliği yanılmaz olarak kabul edilmesidir. Kiliseye mensup insanlar da kendilerini yanılmaz gördüğü için ne kadar hata ederse etsin bunda diretirler.

Kilise, Allah'ın kitabını doğru olarak anlamanın, Allah'ın seçtiği insanların söylediklerine uymakla mümkün olacağı düşüncesinden doğmuştur. Seçkin olduğunu iddia eden bu grup zamanla yetkilerini başka bir gruba devreder. Böylece bu grup da seçkin olmuş olur. Allah'ın kitabını güya sadece bu insanlar doğru anlar. Bunun böyle olduğuna hem kendileri,hem de başkaları inanır. Bu işi Allah' tan devraldıklarını söylerler. Böylece, kiliseye mensup olan şahıslar Allah'ın talebeleri sayılırlar. Bu mantığın bizim açımızdan faydası şudur: Kilise kendini bu şekilde tarif ettiği için söyledikleri şeyler ne kadar saçma olursa olsun, bunu savunmak zorunda kalıyorlar.

Velzevul bunun üzerine:

- Peki, kilise bu dini niçin bizim lehimize yorumluyor? dedi.

Küçük pelerinli şeytan devam etti:

- Çünkü onlar kendilerini Allah kitabının biricik yorumcuları görüyor, insanları da buna inandırıyor, böylece insanların kaderini belirleyen en yüce kurum oluyorlar. Bunun neticesinde havalara giriyor ve yoldan çıkıyorlar. Bunu gören insanlar onlara kızıp, düşman kesiliyorlar. Kilise düşmanlarına karşı zor kullanıyor, onları afaroz ediyor, ölüm cezasına çarptırıyor, diri diri yakıyor. İşte bu duruma düştükleri için dini, kendilerini haklı gösterecek şekilde yorumlamak zorunda kalıyorlar. Böylece de bizim menfaatimize çalışmış oluyorlar.



Velzevul olanlara bir türlü inanamıyordu:

- Peki ama, bu din öyle sade, öyle açık bir dindi ki yorumlanmaya hiç ihtiyacı yoktu. Mesela şu hüküm nasıl yorumlanabilir: "Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan,başkalarına öyle davran." Küçük pelerinli şeytan buna şöyle cevap verdi:

- Bu iş için, benim öğrettiğim, çeşitli usulleri kullandılar.

Bu meseleyi daha iyi anlatabilmek için önce size insanlar içinde anlatılagelen bir hikayeyi anlatayım: "Bir zamanlar bir iyi, bir de kötü büyücü varmış, iyi büyücü, bir insanı, kötü büyücünün şerrinden kurtarmak için, buğday tanesine çevirmiş. Kötü büyücü, birden bir horoz olup, tam taneyi yutacakmış ki iyi büyücü tanenin üzerine bir şinik buğday dökmüş. Böylece kötü büyücü aradığı taneyi bulamamış." işte onlar da benim öğütlerime uyarak, Allah'ın kitabının özü niteliğinde olan "Kendine nasıl davranılmasını istiyorsan,başkalarına öyle davran" ayetini o hale getirdiler. Hak kitap olduğunu iddia eden 49 kitabı kutsal tanıdılar. Bu kitaplardaki her sözün Allah' a ait olduğunu söylediler, işte bu şekilde,kolayca anlaşılan biricik gerçeğin üstüne yığın yığın sözde kutsal gerçekler serptiler. Bunların hepsini kabul etmek mümkün olmadığı gibi, bunların içinde, insanlara gerekli olan gerçeği bulmak da mümkün değildi. Gerçeği bulmak için uğraşanları da yakarak öldürüyorlardı. Bu, bin yıldır başarıyla uyguladıkları bir usul. Şimdilerde bu usulü terk ettiler. fakat yeni usulün de eskisinden geri kalır yani yok. Artık, her ne kadar gerçeği ortaya çıkarmaya çalışan insanları diri diri yakmıyorlar sa da hayatlarını öyle mahvediyorlar ki, foyalarını meydana çıkarmayı göze alanlara binde bir rastlanıyor.

Uyguladıkları üçüncü usul de şudur: Kendilerini kilise,dolaysıyla yanılmaz sayan bazı insanlar, istedikleri zaman,Kutsal kitapta söylenenlerin tam tersini söyleyebiliyorlar. Bu işin içinden sıyrılmayı da talebelerine bırakıyorlar. Mesela Kutsal Kitapta şöyle deniliyor: "Bir tek rehberiniz vardır, o da İsa' dır. Yeryüzünde hiç kimseye Rab demeyin. Çünkü sizin Rabbiniz bir tanedir. O da göklerdedir. Kimseye veli demeyin,çünkü sizin veliniz bir tanedir, o da İsa' dır." Onlarsa şöyle diyor: "İnsanların rableri ve velileri yalnızca biziz." Yine Kutsal Kitapta şöyle denilmektedir: "Dua etmek isteyince tek başına, gizlice dua et. Allah seni işitir." Onlarsa: "Herkesin,tapınaklarda, şarkı ve musiki eşliğinde dua etmesi zorunludur" diyorlar. Yine aynı şekilde kitapta: "Asla yemin etmeyin" denilmiştir. Onlarsa insanların kendilerine boyun eğmesi için yemin etmenin gerekli olduğunu söylüyorlar.

Yine kitapta: "öldürmeyeceksin" ibaresi yer almaktadır. Onlarsa savaşta, mahkemede insan öldürülebileceğini, daha doğrusu öldürülmesi gerektiğini söylüyorlar. Yine kitapta:

"Benim dinim ruhtur, hayattır. Ekmekle beslendiğim gibi onunla beslenirim" denilmektedir. Onlarsa şöyle diyorlar:

"Şarabın içine ekmek doğranıp, bu ekmek parçaları üzerine belli dualar okununca ekmekten et,şaraptan da kan olur. Bu ekmeği yiyip, şarabı içmek ruhun kurtuluşa ermesi için gereklidir."

Küçük pelerinli şeytanın gözleri parlıyor, sevinçten ağzı kulaklarına varıyordu.

Velzevul bunları dinledikten sonra: "Çok iyi," dedi ve gülümsedi. Onunla birlikte tüm şeytanlar da katıla katıla güldüler.



Velzevul keyifli keyifli:

- Demek dünyada eskiden olduğu gibi zina edenler, soyguncular, katiller var? dedi.

Şeytanların mutlulukları yüzlerinden okunuyordu. Hepsi Velzevul' a bildiklerini anlatmak için can atıyordu.

Bir tanesi:

- Eskisi gibi değil, daha fazla, dedi.

Bir diğeri:

- Zina edenler cehennemdeki koğuşlara sığmaz oldu, diye çığlık attı.

Üçüncüsü:

- Şimdiki soyguncular eskilerine taş çıkartıyor, diye bağırdı.

Dördüncüsü:

- Katillere odun yetiştiremez olduk, dedi.

Velzevul:

- Hep bir ağızdan konuşmayın. Kime sorarsam o cevap versin. Zina işlerine kim bakıyorsa çıksın anlatsın bakayım.

Birçok kadınla ilişkiye girmeyi, kadınlara şehvetle bakmayı yasak eden o adamın ümmetine bu işi nasıl yaptırıyorsunuz? diye sordu.

O an, çatlak yüzlü, boyuna bir şey çiğneyen sulu ağızlı, kadını andıran bir şeytan kıçı üstünde sürünerek öne doğru çıktı ve:

- Ben, dedi.

Sonra dizlerini bükerek oturdu, başını yana eğdi, ucu püsküllü kuyruğunu sallayarak, ince bir sesle anlatmaya başladı:

- Bu işi senin cennette kullandığın o eski usulle ve de kilise usulüyle yapıyoruz. Bu işi kilise usulüne göre şöyle yapıyoruz. Gerçek evlilik bir kadınla erkeğin birleşmesi olmasına rağmen bunun böyle olmadığını söylüyoruz. Gerçek evlilik, güzel elbiseler giyip, bu iş için düzenlenmiş büyük bir binaya giderek, orada bu iş için özel olarak hazırlanmış başlıklar giymek, şarkılar eşliğinde bir masanın etrafını üç defa dolaşmaktır, diyoruz. Gerçek evliliğin böyle olması gerektiğini telkin ediyoruz. Buna kanan insanlar, bu şartları taşımayan birleşmenin, kendilerini bağlamadığını, yalnızca bir zevk veya sağlık açısından giderilmesi gerekli bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorlar. Bunun için son derece umursamaz bir şekilde bu işe kendilerini kaptırıyorlar. Efendim! Cennette uyguladığınız, yasak meyve ve merak usulünü de kullanarak çok parlak başarılar elde ettik. İnsanlar yüzlerce kadınla düşüp kalktıktan sonra, yine namusluca evlenebileceklerini düşünerek evleniyorlar ama sapıklık içlerine işlediği için aynı şeyi kilise evliliğinden sonra da devam ettiriyorlar. Sonra bu kilise evliliği kendilerine biraz sıkıcı gelince küçük bir masa etrafında ikinci defa dönüyorlar ve ilk evlilik böylece hükümsüz sayılıyor.

Kadını andıran şeytan bunları söyledikten sonra sustu. Ağzını dolduran salyaları kuyruğunun ucuyla silerek başını öbür tarafa çevirip, gözlerini Velzevul'a dikti.



Velzevul: "Bunun çok sade ve çok güzel bir usul" olduğunu söyledikten sonra: "Peki soygunculara kim bakıyor," dedi.

O an, kıvrık boynuzlu, pala bıyıklı, kocaman pençeli, iri yarı bir şeytan ileri doğru çıkarak:

- Ben, dedi. Bunun üzerine Velzevul dedi ki:

- Cehennemi yıkan o adam, insanlara gökteki kuşlar gibi yaşamayı öğütlüyor, gömleğinizi alana kaftanınızı da verin,diye buyuruyor; insanın kurtuluşu için malını mülkünü dağıtması gerekir diyordu. Bu sözleri işiten birini nasıl soygunculuğa sürüklüyorsunuz?

Pala bıyıklı şeytan, çalımlı çalımlı konuşmaya başladı:

- Biz bunu sizin Saul' un kral oluşunda uyguladığınız usulle yapıyoruz, insanlara birbirlerini soymamaları gerektiğini değil de birisinin kendilerini soymasına ses çıkarmamaları gerektiğini aşılıyoruz. Yalnız bizim usulümüzün yeni bir yönü var. Biz soyguncunun rahat rahat insanları soyabilmesi için onu kiliseye götürüyoruz, başına bir şapka geçiriyoruz, vücudunu zeytin yağıyla yağlıyor. Allah ve İsa adına yağlanan bu adamı kutsal kişi ilan ediyoruz.

Böylece kutsal sayılan bu soyguncu insanları istediği gibi soyuyor. Tabii bu işi yalnız yapmıyor, yardımcıları,yardımcılarının yardımcıları halkı soymada ona yardım ediyorlar. Ayrıca kimi yerlerde, çalışmayan azınlık, kanunlar çıkararak, yağlanmadan da çalışan çoğunluğu soyabiliyor.

Böylece soygunculuk tıpkı yağlananların ülkesinde olduğu gibi, yağlanmayanların ülkesinde de sürüp gidiyor. Eiendim sizin de gördüğünüz gibi kullandığımız usul aslında eski bir usul. İakat biz bu usülü daha genel, daha gizli, daha yaygın ve daha sürekli bir hale getirdik. Bu usul daha genel çünkü,insanlar eskiden kendi iradeleriyle seçtikleri adama boyun eğiyorlardı. Şimdi kendi seçtikleri bir adama değil rastgele birine boyun eğiyorlar. Bu usûl daha gizli çünkü, artık soyulanlar vergiler, özellikler de vasıtasız vergiler yüzünden soyguncuların yüzlerini görmüyorlar. Bu usul daha yaygın çünkü; Hristiyan milletler yalnızca kendi adamlarını soymakla kalmayıp bir sürü usûllerle, özellikle de Hristiyanlığı yaymak bahanesiyle, tüm yabancı milletleri soyuyorlar. Şimdi bu yeni usûl, kamu ve devlet borçları sistemi sayesinde daha yaygın bir hale geliyor. Şimdi yalnızca yaşayan insanlar değil, gelecek nesiller de soyuluyor. Bu soyguncular kutsal kişiler olduğu ve insanlar onlara karşı gelmeyi göze alamadıkları için bu usûl daha sürekli ve kalıcı oluyor. Baş soyguncu bir defa zeytinyağı ile kalıcı oluyor. Baş soyguncu bir defa zeytinyağı ile yağlandı mı insanları istediği zaman, istediği kadar soyabiliyor. Bir keresinde bu yöntemin gücünü denemek için Rusya'da aptal, cahil ve kötü kadınları birbiri ardısıra tahta geçirdim. Bu kadınların kanunlara göre hiçbir sultanlık hakkı olmadığı gibi aynı zamanda ahlaksız ve katildiler. fakat yağlanmış oldukları için, aynı durumdaki diğer kadınları cezalandırdıkları gibi onları cezalandırmadılar.

Burun deliklerini yırtmadılar, otuz yıl boyunca onlara kölece boyun eğdiler. Onların sayısız aşıklarının, kendi mallarını mülklerini ve de hürriyetlerini çalmalarına hiç ses çıkarmadılar, öyle ki açık açık yapılan soygunculuklar, yani kese, beygir, elbise çalmak gibi şeyler, makam-mevki sahibi insanların kanun yoluyla yaptıkları soygunculuklar yanında solda sıİır kaldı. Bu şekilde soyguncuların ceza görmemesi ve bu işin çok kolay olması yüzünden insanların başlıca ülküsü soygunculuk oldu ve soyguncular kendi aralarında "Sen daha çok soydun, ben daha az soydum" diye savaşır hale geldiler.



Velzevul: "Çok güzel. Peki adam öldürme işi ne durumda,bu işe kim bakıyor?" diye sordu.

O anda ağzından dişleri fırlamış, sivri boynuzlu, kalın kuyruklu, kankırmızı yüzlü bir şeytan ileri çıkarak:

- Ben, dedi.

- Söyle bakayım. "Kötülüğe kötülükle karşılık verme,düşmanlarını sev" diyen adamın ümmetini nasıl katil yapıyorsun?

Kankırmızı şeytan cırtlak bir sesle cevap verdi:

- Bu işi eski usulle yani insanlardaki açgözlülük, çekişme, tiksinme, intikam ve böbürlenme duyguları uyandırarak yapıyoruz. İnsanların öğretmenlerine, adam öldürenlerin,herkesin gözü önünde öldürülmeleri gerektiğini telkin ediyoruz. Bu usul başlangıçta bize çok katil vermiyor ama sonrası için çok sayıda katil hazırlıyor. Bize en çok katil sağlayan, kilisenin yanılmazlığını, Hristiyan evliliğini, eşitliği yayan yeni mezhebin hükümleridir. Kilisenin yanılmazlığı hükmü eskiden bize pek çok katil sağlardı. Kendilerini yanılmaz kilisenin üyeleri sayan insanlar, dini kendi yorumlarına ters yorumlayan insanların halkı baştan çıkardığını, buna göz yummanın bir cinayet olacağını, bunun için de bu gibi insanları öldürmenin sevap olduğunu söylerlerdi. Böylece yüzbinlerce insanı yakarak öldürürlerdi,işin komik tarafı, gerçek dini anlamaya başlayan, bizim baş düşmanımız olan bu insanlar şeytanların uşağı olarak nitelenir. Oysa  ki insanları diri diri yakan, bu şekilde Allah'ın emrini yerine getirdiklerini sanan, bu kutsal (!) kişiler, bizim en sadık uşaklarımızdır. Şimdilerde ise bize en çok katil sağlayan Hristiyan evliliği ve eşitliği inancıdır. Hristiyan evliliği en başta bize, karı-kocanın birbirlerini ve çocuklarını öldürmelerini sağlıyor. Bu şekilde evlenen çiftler, birbirinden sıkılınca birbirlerini öldürüyor. Kilise evliliğinin haricindeki birleşme evlilik olarak kabul edilmediği için, kadınlar da bu birleşmeden meydana gelen çocuklarını öldürüyor. Bu tür öldürmeler, her zaman görülebilen öldürmeler artık.

İnsanların eşitliği hükmünden kaynaklanan cinayetler ara sıra olur, ama bir olursa tam olur. Bu hükme göre insanlar kanun önünde eşittir. Sömürülen insanlar bunun yalnızca soyguncuların insanları daha kolay soymaya yaradığını,kendilerine bu imkanı vermediğini anlayınca öfkelenip soygunculara saldırıyorlar. İşte o zaman karşılıklı cinayetler başlıyor, bir anda binlerce insan ölüyor.



- Ya savaştaki öldürmeler? İnsanları kardeş sayan,düşmanlarınızı sevin, diyen o adamın ümmetini buna nasıl sürüklüyorsunuz?

Bu soru üzerine kankırmızı yüzlü şeytan sırıttı. Ağzından alev püskürterek, kalın kuyruğunu keyifli keyifli sırtına vurdu:

- Bu işi şöyle yapıyoruz: Her millete, kendisinin yeryüzündeki milletlerin en üstünü olduğunu aşılıyoruz.

Almanlar: "Deutschland über alles"* diyor, her millet (İransa,İngiltere, Rusya) "Biz en üstünüz" diyor. Böylece her millet,diğer milletlere kendilerinin hükmetmesi gerektiğine inanıyor.

Herkes böyle düşündüğü için her ülke, komşusunun tehlikeli olabileceğinden korkuyor ve savunma hazırlıkları yapmaya başlıyor. Bir tarafın savunmaya hazırlandığını gören öbür taraf daha fazla hazırlık yapıyor. Artık öyle bir hale geldilerki, bizlere "katil" diyen o adamın dinine inanan tüm insanların belli başlı işi insanları öldürmek ve bunun için hazırlıklar yapmak.



Velzevul biraz sustuktan sonra: "Bak, bu zekice bir buluş," dedi. "Peki, yalanı yutmayan bu bilgin insanlar nasıl oldu da, kilisenin dini bozduğunu görüp, onu aslına döndürmediler?"

O anda pelerinli, düz yassı alınlı, elleri ve ayakları ipince,kepçe kulaklı, mat siyah tenli bir şeytan ileri doğru çıkıp,kendine güvenen bir eda ile;

- Bunu yapmaya güçleri yetmez, ellerinde böyle bir imkan yok, dedi. Pelerinli şeytanın çalımından hoşlanmayan Velzevul sert sert:

- Niçin, diye sordu.

Pelerinli şeytan Velzevul'un sert ve bağırarak konuşmasına hiç kulak asmadı. Telaşsız bir şekilde, diğer şeytanlar gibi diz çökerek değil de bağdaş kurarak oturdu.

Sonra hiç kekelemeden, yavaş yavaş, ölçülü bir üslupla konuşmaya başladı:

- Bunu yapabilmeleri mümkün değil, çünkü ben onların dikkatlerini bilmeleri gereken şeylerden uzaklaştırıyor, hiçbir zaman gereği gibi öğrenemeyecekleri lüzumsuz bilgiler üzerine çekiyorum.

- Bunu nasıl beceriyorsun?

- Bunu yer ve zamana göre çeşitli şekillerde yapıyorum. Eskiden teslisle ilgili ayrıntılar, İsa'nın soyu sopu,özellikleri, Allah'ın sıfatları gibi meseleleri bilmenin çok önemli olduğunu onlara telkin ediyordum. Onlar da bu meseleler üzerinde uzun uzun düşünüyor, tartışıyor ve birbirine küsüyorlardı. Bu konular onları o kadar oyalıyordu ki, ne nasıl yaşadıklarına bakıyorlar, ne de İsa'nın hayatın anlamı hususunda söylediklerini düşünüyorlardı. Sonunda herşeyi birbirine karıştırdılar, öyle ki ne söylediklerini kendileri bile anlamaz oldular. Sonra ben onlara, bin yıl önce

Yunanistan'da yaşamış Aristo adlı bir adamın düşüncelerinin,öğrenilmesi gereken çok önemli şeyin altın yapmaya yarayan taşı, tüm hastalıkları iyi eden, insanları ölümsüz kılan iksiri bulmak olduğunu söyledim. En bilgeleri bile kafalarını bunlara yormaya başladı. Bunlarla ilgilenmeyen kişilere de en mühim meselenin dünyanın mı güneş etrafında, yoksa güneşin mi dünya etrafında döndüğünü bilmek olduğunu telkin ettim. Dünyanın güneş etrafında döndüğünü öğrenip,dünyanın güneşe kaç milyon verst uzakta olduğunu hesap edince çok sevindiler. Yıldızların sonsuz olduğunu, bunlar arasındaki mesafelerin hesaplanmakla bitmeyeceğini, bu gibi şeyleri bilmenin hiçbir faydası olmadığını bildikleri halde bunları çözebilmek için daha büyük bir azimle çalışmaya başladılar. Ayrıca onlara sonsuz sayıda olan bitki ve hayvanların nasıl meydana geldiğini bilmenin çok büyük bir öneme sahip olduğunu öğütledim. Gerçi bunları bilmek onların bir işine yaramazdı. Bitki ve hayvanlar da yıldızlar gibi sonsuz olduğu için bunları tam olarak bilmeleri mümkün değildi, ama onlar olanca kuvvetlerini bu gibi şeyleri bilmek için harcıyorlardı. Bu soruların birisini çözdükleri zaman karşılarına daha çok soru çıkıyor, bu da onları çok şaşırtıyordu. Gerçekte, bilmedikleri şeylerin alam gittikçe artıyor, araştırılan hususlar daha karmaşık bir hal alıyor, bu araştırmalar neticesinde elde edilen bulguların hayata uygulanamazlığı gittikçe daha çok artıyor ama onlar yine de hiç yılmıyor, uğraşılarının önemli olduğuna yüzde yüz inanıyorlar. Sadece zenginlerin eğlencesine veya yoksulların daha yoksul olmasına yarayan bu bilgileri araştırmaya,yazmaya, bastırmaya, tercüme ettirmeye devam edip duruyorlar. Bütün bunlara ilaveten, onların işine yarayacak biricik şeyi; İsa'nın öğrettiği hayat prensiplerini anlamasınlar diye onlara, peygamberlerin hayatın kanunlarını bilemeyeceklerini, tüm dinlerin boş bir inanç ve yanılma olduğunu, hayatın kanunlarını bilebilmenin tek yolunun,benim uydurduğum, insanların yaşayışını inceleyen sosyoloji bilimiyle mümkün olabileceğini aşılıyorum. Onlar da İsa'nın dini doğrultusunda yaşayacakları yerde, insanların yaşantılarını öğrenmekle, bundan birtakım prensipler çıkarmakla uğraşıyor, daha iyi yaşamak için bu uyduruk şeylerin kendilerine yeteceğini sanıyorlar. Onlara, yanılgıları daha bir artsın diye kiliseye benzer bir şey daha telkin ediyorum.

Diyorum ki: "Bilginin bilim temeline oturtulması lazımdır." Onlar da tıpkı kilise gibi, bilimi de yanılmaz sayıyorlar. Kendini bilim adamı gören kimi adamlar, bilimin yanılmazlığına inandığı için, söyledikleri lüzumsuz ve çoğunlukla saçma olan bu budala sözleri mutlak gerçekler olarak ilan ediyorlar.

İşte bu yüzden şunu kesin olarak söyleyebilirim: Bu adamlar, benim uydurduğum bilime kul köle olduğu müddetçe, bizleri az kalsın yok edecek olan o adamın dinini hiç bir zaman anlamayacaklar.



Velzevul: "Mükemmel! Teşekkür ederim. Hepiniz mükafaatı hak ettiniz, Sizleri gereği gibi ödüllendireceğim," dedi.

O anda, geri kalan renk renk, irili uİaklı, eğri bacaklı,şişman ve sıska şeytanlar:

- Bizleri unuttunuz efendim, diye bağrışmaya başladılar.

Bunun üzerine Velzevul:

- Ya sizler ne yapıyorsunuz? diye sordu.

Hepsi birden ileri çıkarak şöyle bağrıştılar:

- Ben teknik gelişmeler şeytanıyım.

- Ben iş bölümünün.

- Ben taşıt ve ulaştırmanın.

- Ben kitap baskıcılığının.

- Ben güzel sanatların.

- Ben tıbbın.

- Ben kültürün.

- Ben eğitimin.

- Ben ahlakın.

- Ben uyuşturucu maddelerin.

- Ben hayır işlerinin.

- Ben sosyalizmin.

- Ben feminizmin.

Velzevul bu gürültü karşısında:

- Hep bir ağızdan konuşmayın, diye bağırdı. Sonra teknik ilerlemeler şeytanına dönerek:

- Sen ne iş yapıyorsun, diye sordu.

- Ben, insanlara, bir çok yeni şeyi ne kadar çabuk yaparlarsa kendileri için o kadar iyi olacağını telkin ediyorum. Böylece insanlar, hayatlarını, yapanların hiçbir işine yaramayan, diğer insanların da satın alması mümkün olmayan çeşit çeşit şeyler yapmak için harcıyorlar. Bu şeylerin üretimi gün be gün artmaktadır.

Velzevul daha sonra iş bölümü şeytanına dönerek:

- Peki, ya sen, diye sordu.

- Ben, insanlar değil de, makineler daha hızlı üretim yaptığı için onlara insanların makineleşmesinin gerektiğini telkin ediyorum. Onlar söylediğimi yapınca da, makineleşen insanlar kendilerini bu hale getirene düşman oluyorlar.

Velzevul:

- Bu da güzel, dedikten sonra taşıt ve ulaştırma şeytanına dönerek:

- Ya sen, diye sordu.

- Ben, insanlara bir yerden başka bir yere çok çabuk varmanın kendileri için daha iyi olacağını telkin ediyorum.

Onlar da bulundukları yerde hayatlarını düzenleyecek yerde bol bol yer değiştirip, vakit kaybediyorlar. Saatte İ0 km, hatta daha fazla hız yapabildikleri için havalarından yanlarına yaklaşılmıyor.

Velzevul ona da iltifat etti.

Sonra kitap baskıcılığı şeytanı ileri çıkıp, işinin dünyada yapılan bir sürü iğrenç ve budalaca işleri elden geldiği kadar çok sayıda insana yaymak olduğunu söyledi.

Daha sonra güzel sanatlar şeytanı işinin, insanları avutmak, yüce duygular uyandırmak bahanesiyle onları kötülüğe sevketmek olduğunu söyledi.

Ardından tıp şeytanı, işinin, insanlara kendileri için en önemli şeyin sağlık olduğunu, herkesin her şeyden önce sağlığı için kaygılanması gerektiğini, telkin ederek onları sürekli bu şekilde oyalamak olduğunu söyledi.

Kültür şeytanı, diğer şeytanların idare ettikleri tüm işlerin insanı mutlu kılacak şeyler olduğunu, bunlardan faydalanan kişilerin üstün insan olacağını onlara telkin ettiğini anlattı.

Eğitim şeytanı, insanlara, kötü yaşayarak, hatta iyi yaşamanın ne demek olduğunu bilmeyerek çocuklarına iyi yaşama yolunu öğretebileceklerini telkin ettiğini açıkladı.

Ahlak şeytanı, kendileri kötü oldukları halde, kötü insanları nasıl yola getireceklerini onlara öğrettiğini izah etti.

Uyuşturucu maddeler şeytanı insanların, kötü yaşantının verdiği acılardan kurtulup iyi yaşamaya çalışmalarını engellediğini, onlara şarap, esrar, tütün, morfin gibi maddelerle kendilerini uyuşturmanın daha doğru olduğunu öğrettiğini söyledi.

Hayır işleri şeytanı insanları yüce bir toplum düzeni adına kandırdığını, böylece sınıflar arasında düşmanlık başlattığını söyleyerek övündü.

feminizm şeytanı kadın ve erkek arasına ayrılık ve düşmanlık soktuğunu söyledi.

O sırada öbür şeytanlar da Velzevul'a doğru sürünerek:

- Ben konfor şeytanıyım! Ben moda!... diye ciyak ciyak bağırışıyorlardı.

Tüm bu söylenenlerden sonra Velzevul:

- İnsanların hayat görüşü yanlış olunca, aleyhimizdeki herşeyin lehimize döndüğünü bilmeyecek kadar beni aptal mı sanıyorsunuz, diye bağırdı. Sonra kahkahalarla gülerek:

- Yetişir. Hepinize teşekkür ederim, dedi.

Daha sonra kanatlarını çırparak ayağa fırladı. Tüm şeytanlar Velzevul'un etrafında halka oldular. Halkanın bir ucunda küçük pelerinli şeytan, diğer ucunda bilim şeytanı vardı. Tüm şeytanlar gülerek, çığlıklar atarak, ıslıklar çalarak,tıslayarak, kuyruklarını sallayıp yere vurarak oynamaya

Velzevul'un etrafında dönmeye başladılar. Velzevul ise kanatlarını açıp kapayarak ve de bacaklarını alabildiğine kaldırarak ortada raks ediyordu.

Yukarıdan ise bağırışlar, inleyişler, ağlayışlar ve diş gıcırtıları geliyordu yalnız.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmen şiirleri

HEM 1. Kademe okuma – yazma kursu zümre öğretmenler kurulu

Okullarda bulundurulacak sivil savunma dosya içeriği