Biraz da gülelim fıkralar


Adam sokakta giderken kenarda iki gözü iki çeşme ağlayan bir çocuğa rastlar. Yanına yaklaşır candan bir sesle:
-Niçin ağlıyorsun yavrum.. Çocukta ses yok ağlamaya devam eder tekrar sorar
-Niçin ağlıyorsun yavrum. Çocuk gözleri yaşlı:
-Elimde iki tane beş lira vardı. Bakkala gidiyordum, büyük bir çocuk geldi elimdeki paraların birini alarak kaçtı. Adam gayet sakin bir sesle
-Peki, o senin paranı alıp kaçarken sen hiç ses çıkarmadın mı?
-Bağırdım imdat dedim ama kimse yardımıma gelmedi.
-Peki, var gücünle bağırıp çevrendeki insanlardan   yardım istemedin mi?
-İstedim ama kimse sesimi duymadı. O da paramı alıp kaçtı. Adam gayet ciddileşti, hmmmmm diye mırıldandı sonra da çocuğa dönerek
-Peki, öyleyse elinde kalan diğer parayı da bana ver bakıyım!.....


İmzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz


Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş. Profesör kaşlarını çatarak:

-"öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz! "öğrenci:

-"o zaman ben uçuyorum..." Profesör cevaba çok sinirlenmiş, sınavda öğrenciye takmış ve sınavının başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış.

Yalnız sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış. Profesör öğrenciye:
-"sana son bir soru soracağım"

-"yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?" Öğrenci:

-"para olan çuvalı seçerdim..." Profesör:

-"ben akıl olan çuvalı seçerdim... Öğrenci:

-"normal ! Kimde ne eksikse onu seçer..." Profesör çok sinirlenmiş, öğrencinin not defterini alıp içine "öküz" yazmış.Öğrenci Nota bakmadan odadan çıkmış. Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış :

-"sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz."


Öyle ise buyurun iki mecidiye çünkü size de Müslüman diyemeyeceğim
Geçmiş zaman bu ya!... Zamanın birinde Anadolu ‘da bir kasabaya bir kadı birde yardımcı atanır. Bir yıl boyunca ikisi de görevini titizlikle yapar. Fakat hiçbir adli vaka meydana gelmez. İkisi de hallerinden memnundur. Fakat bu rahatlık aynı zamanda ikisi için de risk taşımaktadır. Kadı, yardımcısını çağırır ve padişaha iletmek için mutlaka bir adli vaka bulmasını ve sonuçlandırılmasını ister. Yoksa der işimiz kötü burada bizi bir dakika bile bekletmezler. Biz böyle rahat yeri bir daha bulamayız. Git ara bul ve en az bir adli vakamız olsun. Yardımcı hiç merak etmeyin efendim der ben en kısa zamanda sorunu çözerim.
İşinden çıkar önce yolu üzerinde bulunan kasaba uğrar. Selam verir. İçeri girer kasaba yarım kilo kıyma vermesini söyler. Kasap hemen yarım kilo kıymayı keser paketler.
İş bu ya
Çok affedersin der ben unutmuşum sen bunu bırak bana yarım kilo kuşbaşı ver der. Kasap olur der yarım kilo kuşbaşı keser paketler. Fakat buna da itiraz gelir kadı yardımcısından çok affedersin der ben yine yanıldım sen bunu al bana yarım kilo kemikli et ver. Kasap yine ses çıkarmaz siparişi iptal eder yarım kilo kemikli et hazırlar. Kadı yardımcısı yine ahlanır vahlanır ve ben yanılmışım sen bana yarım kilo.. Demeye kalmaz kasap artık bunalmıştır. Eline bıçağı alır ve:
Efendi Müslümana bu kadar eziyet olmaz al eline şu bıçağı istediğin eti kes ben paketleyeyim deyince.. Kadı yardımcısı itiraz eder. Hemen kasap hakkında bir tutanak düzenler ve “Bir Müslümana bu söylenen sözle kâfir denmiş” olduğunu belirterek kadıya şikâyetini yapar. Mahkeme günü gelir davalılar kadının huzuruna çıkar. Kadı her ikisini de dinler ardından kararını açıklar.
Kullanılan cümle ile bir Müslümana sen Müslüman değilsin iması yapıldığı için kasabın bir mecidiye ile cezalandırılmasını hükmeder. Kasap hükmü duyunca kadıya döner. Efendim suçumuzun cezası bir mecidiye mi?
Evet der kadı.
Öyle ise buyurun iki mecidiye çünkü size de Müslüman diyemeyeceğim


Bitmeyen Senfoni
Büyük şirketlerden birinin genel müdürü, gerçek bir klasik müzik aşığıdır. Bir gün kente ünlü bir orkestra gelir. Vereceği konserin en önemli parçası da Schubert' in ünlü “Bitmeyen Senfoni'sidir.”
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne verir ve; “Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar” der. Genel müdürden aldığı talimatla konsere giden müdürden, ertesi gün şöyle bir değerlendirme raporu gelir.
Sayın Genel Müdürüm;
1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada on iki kemancı var. Bunların hepsi aynı anda hareket ediyor, aynı notaları seslendiriyorlar. Bence bu ciddi bir yanlışlık. Kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. Doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir. Dolayısıyla; tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konserin süresi yarı yarıya kısalacaktır.
Özet olarak Sayın Genel Müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı ‘Bitmemiş Senfoni' kesinlikle biterdi. Arz ederim efendim…”

Allah erkeği yarattı
Rivayet bu ya isteyen doğru desin isteyen yanlış. Fakat halk arasında anlatılan bir hikâye bu, Rivayete göre:
Allah eşeği yarattı ve ona dedi ki: Sen bir eşeksin. Sabahtan aksama kadar yorulmadan çalışacaksın ve ağır yükleri sırtında taşıyacaksın. 
Ot yiyeceksin, az akıllı olacaksın ve 50 yıl yasayacaksın. Eşek cevap verdi: 50 sene böyle bir hayat için çok çok fazla, lütfen bana 30 yıldan fazla verme! Ve böyle oldu...
Sonra Allah köpeği yarattı ve ona dedi ki: Sen bir köpeksin. İnsanların mallarını koruyacaksın, onların en yakın dostu olacaksın. İnsanlardan geriye kalan artıkları yiyeceksin ve 25 yıl yasayacaksın. Köpek cevap verdi: Allah’ım, 25 yıl böyle yasamak çok fazla. Bana 10 yıl ver yeter! Ve böyle oldu...
Daha sonra Allah maymunu yarattı ve ona dedi ki: Sen bir maymunsun. Ağaçtan ağaca salınacak ve bir aptal gibi davranacaksın. İnsanları eğlendireceksin ve 20 yıl yasayacaksın. Maymun cevap verdi: 20 sene dünyanın palyaçosu olarak yasamak çok fazla.
Bana 10 seneden fazla verme! Ve böyle oldu...
En sonunda Allah erkeği yarattı ve ona dedi ki: Sen erkeksin, dünyada yasayacak tek rasyonel düşünen canlı sen olacaksın. Diğer yaratılmışlara zekânı kullanarak hükmedeceksin. Dünyayı yöneteceksin ve 20 yıl yasayacaksın. Erkek cevap verdi: Allah’ım erkek olmak için 20 yıl yetmez. Lütfen bana eşekten artan 20 yılı, köpekten artan 15 yılı ve maymunun 10 yılını da ver... Allah bunu kabul etti ve erkek 20 yıl erkek olarak yasadı, sonra evlendi ve 20 sene eşek olarak sabahtan aksama kadar çalıştı ve ağır yükleri taşıdı. Sonra çocukları oldu ve 15 yıl köpek gibi yaşadı, evi korudu, aileden artanları yedi. Sonra ilerleyen yaşında 10 yıl maymun olarak yaşadı, aptal gibi davrandı ve torunlarını eğlendirdi. Bugüne kadar böyle geldi...

Kazanmak için risk almak gerekir
Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu. Soygunculardan biri bankadakilere bağırır:
-“Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.” Herkes sessizce yatar… Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı” dır. Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek… Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... Soyguncu bağırır: -“Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!” Bunun adı “Profesyonelliktir.” İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş! Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar.
Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk):
-“Abi, hadi şu paraları sayalım,” , Daha yaşlı olanı:
-“Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz ”.  Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok daha önemlidir. Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söyler.
Şef:
- “Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?” Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu! Müdür:
-“Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!” Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir. Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklar! Çaldıkları paranın çok daha az olduğunu bilen soyguncular oturup parayı sayarlar…
Tekrar tekrar sayarlar ve bakarlar hepsi topu topu 20 milyon! Çok kızarlar bu işe:
-“Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!” Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir… Banka Müdürü çok mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için. Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak için risk almak gerekir. PEKI, GERÇEK SOYGUNCULAR KIMLER ŞIMDI?  Alıntı: Prof. Dr Fatih Kalkınç

Notumu Yazmayı Unutmuşsunuz
Üniversite Yemekhanesine Giren Bir Öğrenci Tüm Yerler Dolu Olduğundan Gidip Üniversite Profesörünün Oturduğu Masaya Oturmuş. Profesör Kaşlarını Çatarak:
-"Öküzler Ve Kuşlar Aynı Masada Oturamaz! "Öğrenci:
-"O Zaman Ben Uçuyorum..." Profesör Cevaba Çok Sinirlenmiş, Sınavda Öğrenciye Takmış Ve Sınavının Başarısız Geçmesi İçin Elinden Geleni Yapmış.
Yalnız Sınavda Öğrenci Tüm Soruları Mükemmel Bir Şekilde Cevaplamış. Profesör Öğrenciye:
-"Sana Son Bir Soru Soracağım"
-"Yolda Yürürken İki Torba Bulduğunu Hayal Et, Birinde Akıl Var, Diğerinde İse Para Var. Hangi Çuvalı Alırsın?" Öğrenci:
-"Para Olan Çuvalı Seçerdim..." Profesör:
-"Ben Akıl Olan Çuvalı Seçerdim... Öğrenci:
-"Normal! Kimde Ne Eksikse Onu Seçer..." Profesör Çok Sinirlenmiş, Öğrencinin Not Defterini Alıp İçine "Öküz" Yazmış. Öğrenci Nota Bakmadan Odadan Çıkmış. Bir Dakika Sonra Öğrenci Kapıyı Aralamış
-"Sayın Profesör, İmzanızı Atmışsınız, Fakat Notumu Yazmayı Unutmuşsunuz."
Buyurun cenaze namazına
Osmanlı Padişahı dördüncü Murat (1623-1640), kıyafet değiştirerek, halk arasında dolaşmaktan çok hoşlanırmış. Bir gün yine esnaf kılığında gezerken, Üsküdar'dan bir kayığa binmiş. Kayıkçı yanına bir müşteri daha almış, boğaza açılmışlar. Denizin ortasında Murat, yanında oturan müşteriye sormuş:
—Senin adın ne?
— Bana Üsküdarlı remmal Ahmed Ağa derler.
Padişahın merakı artmış. Tekrar sormuş:
Ne iş yaparsın?
Adam, -sakin cevap vermiş:
—Remil atarak gaipten haber veririm.
— Peki, bir remil at da görelim. Meselâ şu anda Sultan Murad nerededir?
Adam, karşısındaki meraklı kişinin yüzüne şöyle bir bakmış, hatırını kırmak istememiş, remilini atmış.
—Deniz üstünde görünüyor.
— Bir remil daha at bakalım. Bize yakın mı, uzak mı?
Adam, remilini tekrar atar atmaz gözleri parlamış:
—Sultan Murad bizimle beraber. Ben remmal Ahmed olduğuma göre, devletli Hünkâr da sizsiniz.
— Aferin, hüner sahibi adammışsın. Yalnız, bir remil daha at bakalım. Şimdi ben İstanbul'un hangi kapısından gireceğim. Bilirsen seni ihya ederim. Bilemezsen.
Remilci, remilini dökmüş. Dökmüş ama bu sefer söylememiş. Bir kâğıda yazıp Padişaha uzatmış:
—Bir şartla Sultanım. Bu kâğıdı kapıdan geçtikten sonra okumanızı dilerim. Demiş. Sultan Murad kâğıdı cebine yerleştirerek, kayıkçıya sahile çekmesini söylemiş. Karşısına gelen sur bedeninde nöbet tutan dizdarlardan birine:
- Ben Padişahım. Tez buradan bir kapı açın, şehre gireceğim.
Padişah fermanı bu. Derhal duvarı yıkarak bir kapı açmışlar. Padişah şehre girmiş ve cebinden remmalın yazdığı kâğıdı çıkarmış. Kâğıtta şunlar yazılı imiş: "Devleti Hünkârım Yeni kapınız mübarek olsun.".
O günden bu güne İstanbul'un o semtinin adı Yenikapı semtidir...
 Akıllı insanlar, akıllı insanlarla çalışır
Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa
gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a;

“Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş:

“Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”

Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
 
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:
“Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’ı işaret ederek şöyle devam etmiş:
“Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak.”

Netice:

1-Akıllı insanlar, akıllı insanlarla çalışır
ve
2-İnsanın zekiliğinin yanında uyanıklığı da insana çok şeyler kazandırır……

Ne olmak istiyor
ABD Başbakanlarından James Garfield (.l. 1881) başkan olmadan önce bir kolejin müdürüymüş. Bir gün bir anne çocuğunu koleje yazdırırken bir ricada bulunmuş:
— Müdür Bey, dersleri biraz daha basitleştiremez misiniz? Benimki derslerin hepsini takip edemez. Koleji de bir an önce bitirmek istiyor.
Garfield cevap vermiş:
— Evet, hanımefendi bu mümkündür. Önce çocuğunuzun ne olmak istediğini söyleyin. Malum ya Tanrı bir meşeyi yüz yılda yetiştirirken bir kabak için iki ayı yeterli görüyor.
İsmail Özcan Espri ve fıkralarıyla ünlüler
Bu kumaştan bana bir pantolon  çıkar mı?..
Adam elinde bir top kumaş terzi dükkânına girer kumaşı ustaya uzatır ve sorar;
-Bu kumaştan bana bir pantolon  çıkar mı?..
Terzi kumaşı alır ölçer biçer bakar, adama bakar ve sonunda
-Hayır der bundan bir pantolon çıkmaz. Mecburen kumaş sahibi kumaşını alır ve çıkar giderken yol üzerinde başka bir terzi dükkânını görüp kumaşı uzatarak aynı soruyu ona da sorar terzi kumaşı alır bakar ölçer ve olur der  adamın ölçüsünü alarak haftaya gelmesini söyler.
Bir hafta sonra terzi dükkânına giden adam pantolonu alır giyinir tam üzerine göredir kumaş yetmiştir yetmesine ama yanında birde terzi kendi oğluna da aynı kumaştan bir pantolon dikmiştir. Bunu gören adam hiddetle eline pantolonu alır ve eski terziye gider ve
-Bana bu kumaştan bir pantolon çıkmayacağını söylemiştin hâlbuki yan sokakta ki terzi bana bir pantolon diktiği gibi kendi oğluna da artan kumaştan bir pantolon dikti buna ne diyeceksin deyince terzi gayet sakince;
-Beyefendi yan terzinin oğlu 7 yaşında normal halbuki benim oğlum 15 yaşında!...

Kızı usulüyle istemek
Tamamdır efendim hiç merak etmeyin
Şehrin valisinin oğlu Çingene reisinin kızına âşık olur. Durumu ailesine anlatır. Babası istemese de tek oğlunu kıracak değil ya gider kızı ailesinden usulüyle ister.
Fakat çeribaşı çetin ceviz çıkmıştır. Kalkar valiye bir sürü hakaret ederek çadırından kovar. Sabahleyin makamına gelen vali çok üzülmüştür.
Bir yanda günden güne aşkından eriyen oğlu, öbür yanda incinen gururu en kötüsü de kimseye içini dökecek derdini anlatacak hali yok. Koltuğunda oturur ve kara kara düşünür nasıl yapsam nasıl etsem ama bir türlü işin içinden çıkamaz. Çayını getiren kapıcısı valiyi kara kara düşünür halde görür ama birşey demeye de çekinir, sonunda çekingenliğini bir yana bırakıp sorar valiye derdini.
Vali sorma der kapıcıya derdim çok büyük çaresi yok, anlatın der kapıcı belki bir çaresi bulunur. Vali dayanamaz ve kapıcıya anlatır başından geçenleri ve ne yapacağına bir türlü karar veremediğini.
Kapıcı kolay der ben o işi hallederim. Vali inanamaz nasıl halledeceksin deyince kapıcı efendim siz o işi bana bırakın ve akşama işi hallolmuş bilin deyip çıkar.
Kapıcı doğru Çingene reisinin çadırının bulunduğu obanın başına gelir ve obanın başından bağırır.
-Hey çeri başı senin kızı bizim vali oğluna istemiş ama sen vermemişsin çabuk kızı ve çeyizini hazırla ben varmadan sen getirip teslim et yoksa çadırını başına geçiririm....
Çeribaşı cevap verir.
-Tamamdır efendim hiç merak etmeyin o sizin gibi gelip usulüyle isteme diki kızımı vereyim, hiç merak etmeyin akşama kalmaz iş tamamdır!....
Ziyanı yok paşa
Gerçek midir bilinmez, Kıbrıslı Kamil Paşa İzmir valiliği sırasında sık sık memleketi Kıbrıs'a gidiyordu. İzmir’de o tarihlerde yaptığı nüktelerle İzmir'in gönlünde taht kuran Şair Eşref'in hayranları arasında Vali Kamil Paşa da vardı. İzmir valisi Kamil Paşa Eşref'i seviyor ve koruyordu.
Bir gün Kamil Paşa, Kıbrıs’a giderken Eşref'ten ne hediye istediğini sorar. Eşref,
-"Kıbrıs'ın eşekleri meşhurdur, bir eşek getirirseniz makbule geçer paşam"  ,
Aradan bir ay geçer Kamil Paşa Kıbrıs'tan döner. Valiyi karşılayanlar arasında Şair Eşref'te vardır. Paşa Şair Eşref'i görünce elini dizine vurarak:
-Tüh! Sen benden eşek istemiştin. Unuttum. Şimdi seni görünce aklıma geldi" deyince Şair Eşref altta kalacak değil ya hemen cevabını verir:
-"Ziyanı yok paşa! Siz geldiniz ya! " Efendi den alınmıştır.

Üç Profesör!..                  
Üç Profesör Anadolu ya doğru otomobilleri ile yola çıkarlar. Bursa yakınlarında  arabaları bozulur. Yolda kalırlar. Arabalarını tamir edemedikleri gibi geceye de kalmışlardır. Konaklamak için  yer ararlar. Bir köylünün kapısını çalar ve durumlarını anlatıp kendilerini misafir edip edemeyeceklerini sorarlar köylü Tanrı misafiri deyip içeri buyur eder profları, kendisi sobayı yakar ve izin alarak  ahıra koyunlarını sağmaya gider. Proflar sobaya bakarlar soba ayaklarının altına taş koyulmuş yerden yükseltilmiş bir vaziyette tuhaflarına gider hemen biri söze başlar:

-Bu köylü çok zeki odadaki ısı kaybını önlemek için sobayı yükseğe kurdu der, diğeri söz alır

-Bence ısınan havanın yükseldiğini düşünerek önce yukarıdaki havayı daha erken ısıtmaya çalışmıştır der diğeri ise

-Dışarıdan gelen havanın soğuk olması fazla ısı kaybına yol açıyor soğuk ısı aşağıdan gelince sobayı soğutmasın diye düşünmüştür... Tartışmalar sürerken köylü içeri girer ve proflar köylüye sormaya karar verirler. Köylü: 
-Ha o mu efendim sobanın borusu yetmedi bende çare olsun diye ayaklarının altına taş koyup sobayı yükselttim
Kaz Yolmayı sever misin ?..
Padişah tebdili kıyafet iki vezirini yanına alır. Üsküdar’dan kayığa biner Sarayburnu’na varacaktır. Kayığa binince etrafına göz gezdirir. Kayıkçının uyanık biri olduğunu anlar ve sohbete başlar adın işin birkaç sohbetten sonra Padişah sorar
-32 ile aran nasıl. Kayıkçı:
-İdare ediyoruz işte pekte iyi denmez ama vaziyeti idare etmeye çalışıyoruz. Biraz daha gittikten sonra tekrar sorar
-Düşmanın var mı?
-Evet, vardır hem de iki tane hele biri akşam kapıyı çok zorladı ama benim onun isteklerini yapacak gücüm yok. Biraz daha gidince tekrar sorar
-Kaz yolmayı sever misin?..
-Oooo çok severim..
-O zaman sana iki tane gönderirim. Sohbetle kıyıya da varılır herkes kayıktan iner uzaklaşırlar. Padişah vezirlerine döner
-Kayıkçı ile sohbetimizi nasıl buldunuz. Vezirler uyanık ya  hemen yağcılığa başlarlar
-Efendim çok güzel konuştunuz ,ağzının payını verdiniz....Padişah konuşulanlardan vezirlerin hiçbir şey anlamadığını anlamış ama hiçte renk vermemiş
-O halde akşama bu konuları tekrar görüşelim deyip konuyu kapatır. Vezirler durumun vahametini anlayıp hemen bir akıl düşünelim der vezirin biri uyanık bir şekilde sırıtarak kuşağından bir kese altın çıkarır ve doğru kayık iskelesine gider kayıkçıyı bulur ve sorarlar
-Bizi tanıdın mı?
Kayıkçı kıs kıs güler, padişahın "sana iki kaz göndereceğim" sözü aklına gelir
-Evet, tanıdım der, vezirler:
-Öyleyse söyle bakalım neydi o konuştuklarınızın manası. Kayıkçı uyanık:
-Yoo ağalar olmaz der öyle bedavadan olmaz vezirlerden biri kendince uyanık ya hemen bir kese altını kuşağından çıkarıp kayıkçıya uzatır, kayıkçı anlatır
-Bana Padişah 32 ile aran nasıl diye sordu yani geçinebiliyor musun, bende  pek iyi değil ama kıt kanaat geçinmeye çalışıyorum dedim
-Peki, düşmanın var mı ne demek
-Padişah bana evladın var mı diye sordu çünkü çocuk evin düşmanıdır işin oluruna bakmaz istediğini yapmak ister. Benimde iki oğlum var dedim biri illa evlenmek istiyor ama gücüm yok şimdi onu evlendiremem dedim,
-Peki ya kaz yolar mısın ne demek
-Bakın ağalar o işte olmaz deyince vezirler bir kese altın daha uzatıp cevap isteyince
-Eeeeee ağalar bu kadar basit bir konuşma için iki kese altın verdiniz artık anlayın kaz yolar mısın ne demek!.....
 
 
Bilseniz o ne hırsızdı!...
Köyün ağasının çok iyi bir çobanı vardır. Her sabah gelir sürüyü alır otlağa götürür akşamleyin de gelir sürüyü ahıra teslim eder. Günler ayları aylar yılları kovalar günden güne sürü artmaktadır. Sürünün hızla çoğalması ağayı ayrı bir memnun etmektedir.
Gel zaman git zaman günün birinde fırtına, yağmur, şimşek, yıldırım çarpar sürü telef olur, çobanda ölür. Haberi alan ağa perişan olur. Ağlar sızlar, feryat eder. Cenaze günü gelmiştir. Çevre köylerin ağaları başsağlığına taziyeye gelirler ama gel de sen ağayı teselli et edebilirsen.
Ağa kendini yerden yere atmakta göğsünü dövmekte ahu feryat etmektedir. Durumu gören diğer ağalar kendisi ile konuşup teselli etmeyi denerler. Ağaya sarılıp başsağlığı diler ve "yeter artık kendini perişan ettin, gelen dünya malına gelsin yenisi olur çobansa Allah rahmet eylesin ama yeni bir çoban buluruz sana" deyince ağa dayanamaz ve:
-Ben ona ağlamam ağalar!..
-Neye ağlarsın
-Bilseniz o ne hırsızdı şimdi ben onun gibisini nereden bulurum işte ona ağlarım!......

Tanrıya dua edelim!...
Baba John oğlunu çağırdı:
-Oğlum Jack atlara vermek için komşunun samanlığından saman çaldın mı?
-Evet baba
-Aferin oğlum!...
-Peki, sabah kahvaltısı için komşunun kümesinden yumurta çaldın mı?
-Evet baba
-Aferin oğlum!...
-Peki, tavuklara vermek için komşunun ambarından tahıl çaldın mı?
-Evet baba
-Aferin oğlum şimdi haydi kiliseye Tanrı ya dua edelim!...

3 yeni zarf hazırla...
Şirkette eski genel müdür kovulmuş, yerine yeni bir genel müdür atanmıştır. Eski müdür görevi devrederken, yenisine tavsiyelerde bulunur ve 3 adet zarf verir. Her biri numaralanmıştır. Eski müdür yeni müdüre  ileride her başı sıkıştığında sırasıyla zarfları açmasını söyler ve yeni müdür ise başlar. Altı ay işler yolunda gider. Fakat sonra satışlar düşer. Ne yapacağını bilemeyen yeni müdür, en sonunda 1. zarfı açar. Zarfta şöyle yazmaktadır:

- Kendinden önceki müdürü suçla... Yeni müdür hemen bir basın toplantısı ayarlayıp  sorunlar için kendinden önceki müdürün politikalarını suçlar. Basın ve borsa bu açıklamalara olumlu bakar, şirket hisseleri toparlanır, bu arada da satışlar düzelir... İşler bir süre daha yolunda gider. Fakat sonra üretim sorunları çıkar. Önceki olaydan tecrübeli yeni müdür gecikmeden 2. zarfı açar, zarfta şunlar yazmaktadır:

- Şirketi yeniden organize et. Yeni müdür reorganizasyonu uygulamaya koyulur, sorun çözülür. Bir süre sonra işler yine bozulur. Yeni müdür masanın çekmecesini açar  ve 3. zarfı çıkarır aynen şu yazmaktadır:

- 3 yeni zarf hazırla...

Eşkıya
Yaşlı adam ölüm döşeğinde son isteği için oğlunu çağırır ve kendisine vasiyetini bildirir:
-Oğlum ben ölüyorum senden son isteğim sandıkta bulunan dört bin altını al iki binini kendine sakla yalnız geriye kalan iki bin altını memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin!..
Oğlu babasının ölümünden sonra vasiyetini yerine getirmek için dağ tepe demez arar sorar soruşturur ve sonunda memleketin en büyük eşkıyasını bulur. Eşkıya reisinin karşısına çıkar, reis ne istediğini sorunca anlatır; babasının son nefesinde kendisinden dört bin altınının olduğunu bunun iki bin ini kendine almasını kalan iki bini ise memleketin en büyük eşkıyasını bulup vermesini, araştırması sonucunda da en büyük eşkıyanın kendisi olduğunu ve parayı teslim etmeye geldiğini söyler. Eşkıya reisi ise dinler güler düşünür ve kararını verir;
-Aferin dürüst insansın ama ben alamam,  benden daha büyük eşkıyalar var sen git ona ver, deyince adam:
-Hayır der ben sordum soruşturdum en büyük eşkıya senin olduğunu söylediler deyince  reis:
-Sen bu altınları git şehrin kadısına ver o benden daha büyük eşkıyadır, der. Zavallı çaresiz vasiyet deyip yola koyulur şehre varır kadının huzuruna çıkar derdini anlatır. Kadı:
-Alamam der alamam çünkü bunları alabilmem için karşılığında sana bir şeyler vermem lazım, düşünür çareyi de bulur!.. Bak der şu karşıki dağı görüyor musun o dağ devletin bende devletin kadısıyım o dağın üzerindeki karda devletin haliyle benim sayılır o karı iki bin altın karşılığında sana veriyorum kabul ediyor musun adam çaresiz babamın son vasiyeti deyip  kabul eder.
Sevinçle kadının yanından ayrılırken arkasından kadı seslenir.
-Efendi nereye!... Adam geri döner
-Vasiyeti yerine getirdim şimdide gidiyorum, kadı tekrar seslenir.
-Git git ama şu benim dağımda senin karının ne işi var önce karını temizle de öyle git. Adam şaşırır hiç dağdaki kar temizlenir mi ben ne yaparım buna başka bir çare deyince kadı:
-Ya karını temizle yada kirasını ver kirası ikibin altındır deyip adamın babasından kendisine kalan ikibin altınını da alınca zavallı dağdaki eşkıyanın dediğini düşünür ve kendi kendine "reis , Sen eşkıya değil evliyaymışsın" demekten alamaz!...
Hangisini efendim?
Kadın evine aldığı yeni hizmetçiye gelen misafir ve komşularına hava atmak için öğretiyordu:
-Bak kızım burada misafir varken senden neyi getirmeni istersem " hangisini"  diye soracaksın der, hizmetçi:
-Ama efendim tek olanlar içinde mi?
-Evet, ne istersem hangisini diye soracaksın sakın unutma! der.
Akşam olur eve misafirler gelir fakat evin beyi çalışma odasındadır. Hanımefendi hizmetçiye seslenir.
-Kızım misafirler geldi kocamı çağır. Hizmetçi seslenir
-Hangisini efendim?



Gazetecinin Edebiyatı
Kasaba sular altında... Bütün evler, büyük binalar yıkılmış, binlerce kişi açıkta kalmış, ölenler, yaralananlar... Felaket gerçekten büyük. Duygulanmamak elde değil.
Mesleğin ilk basamağındaki genç gazeteci, büyük heyecan içerisinde gazetesine telgraf çekiyor, olayı bildirirken  içine biraz da edebiyat katıyor:
"Bir deniz burası, yeni bir deniz. Felaket kasabanın üstüne bütün hışmıyla çökmüş ve Tanrı karşı tepelerin üstünde bütün heybetiyle oturmuş, öfkeli gözlere bu hazin manzarayı seyrediyor... İnsanlar ölüyor ama belki de Tanrı'nın da yapacak bir şeyi yok."
Yazı işleri müdürünün cevabı gecikmemiş:
"Sersemliğin lüzumu yok. Stop. Sel felaketini boş ver. Stop. Hemen Tanrı ile konuş. Stop. Mümkünse resmini çek. Stop. Haberini acele yazdır."

Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.
Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.

Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme,
Bir hak için kendine, dik başlıdır dedirtme,
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... Diye salla hemen başını,
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.
Unutma bu ocağın adı asiyaptir,
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını,
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.
Bu güvercin eder mi atmacalarla yarış,
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış,
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"

Yıl:1943
Yazan: Abdullah Çağlayan
Görevi: Eski Antalya Defterdarı
Sigaranın dayanılmaz faydaları
Sigara içeni köpek ısırmaz!...
Çünkü yanında baston taşır!...
Evine hırsız girmez!...
Çünkü sabahlara kadar öksürür.
Üzerine sinek konmaz.
Çünkü buram buram sigara kokar!..
Fazla yorulmaz,
çünkü yorulunca tıkanacağını bilir!...
Yürümek için fazla zorlanmaz.
Çünkü tekerlekli iskemlede gezdirilir!...
İhtiyarlamaz
çünkü genç yaşlarda sevdiklerine kavuşur!...
Sigara içenlerin ayrıca,
Yüzlerine renk gelir,
çünkü dişleri ,ciltleri ve bıyıkları sapsarı olur!...
Vücutları bir kuş gibi hafifler.
Çünkü ileri dönemde gelişen dolaşım bozukluğu nedeniyle önce parmakları sonra da el ve bacakları budanır!...

Bir cumhuriyetçi
Cumhuriyetçi Parti Başkanı adayı Roosevelt seçim konuşması yapıyormuş. Bir seçmen de ha bire ona laf yetiştiriyormuş:
— Ben bir demokratım, beni kandıramazsın!..
— Neden demokratsın?
— Çünkü dedem demokrattı, babam demokrattı, ben de bir demokratım.
Roosevelt, "Bu herife iyi bir ders vereyim" diye düşünmüş ve sormuş:
— Arkadaş, diyelim ki büyük baban bir eşekti, baban bir eşekti, o zaman sen ne olursun?

Seçmen cevap vermiş:
— Bir cumhuriyetçi...
İsmail Özcan Espri ve fıkralarıyla ünlüler



Ve hayatta her şeyin sebebi, aslında iki şeydir !!!...

Herşeye sebep olan "iki şey"!

İnsanı 2 şey öldürürmüş
1- Sevmediği insanın silahından gelen mermi
2- Sevdiği insandan gelmeyen ilgi

İki şey "Kalitesiz insan" ''ın özelliğidir:
1-Şikayetçilik
2-Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1- Bakış açısını değiştirmek
2-Karşısındakinin yerine kendini koyabilmek

İki şey yanlış yapmanı engeller:
1-Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2-Hak yememek

İki şey kişiyi gözden düşürür:
1-Demagoji (laf kalabalığı)
2-Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)

İki şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar:
1-İradeye hakim olmak
2-Uyumlu olmak

İki şey "Ekstra Değer" katar:
1-Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
2-Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
1-Kararsızlık
2-Cesaretsizlik

İki şey kaşif yapar:
1-Nitelikli çevre
2-Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1-Baskın yeteneği bulmak
2-Sevdiğin işi yapmak

İki şey başarının sırrıdır:
1-Ustalardan ustalığı öğrenmek
2-Kendini güncellemek

İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1-Niyetin saf olması
2-Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
1-Sorunun değil, çözümün parçası olmak
2-Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla
yaklaşabilmek.

İki şey gelişmeyi engeller:
1-Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat, tefrit)
2-Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
1-Tebessüm (gülümseme)
2-Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1-Anne
2-Baba

İki şey geri alınmaz:
1-Geçen zaman
2-Söylenen söz

İki şey gerçek sondur:
1-Cennet
2-Cehennem

İki şey ulaşmaya değerdir:
1-Sevgi
2-Bilgi


İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1-Nefes alabilmek
2-Nefes verebilmek





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmen şiirleri

HEM 1. Kademe okuma – yazma kursu zümre öğretmenler kurulu

Okullarda bulundurulacak sivil savunma dosya içeriği