Sen nice teklif edersin Fazlullah Paşa! Sessiz çığlık Hiç olmazsa benimki kömür karası olsun!..



Sen nice teklif edersin Fazlullah Paşa!
Sultan II. Murat zamanında, henüz Osmanlılarda hazine teşkil edilip padişahlar saraylarda gönlünce harcama yapmazlar ve onlar da harplerde elde edilen ganimet ve haraçlardan ve madenlerden başka devletin bir geliri yoktu. Halktan vergi toplayıp saray erkânı için harcanmazdı. Hal böyle olunca, padişahlar da zaman zaman parasız kalabiliyordu.

Bir gün Fazlullah Paşa, II. Murad'ın, Çandarlı Halil Paşa'dan borç para istediğini görüp:

— Sultanım, padişahların vezirlerden ve şundan bundan para istemesi yerinde olmaz. Müsaade buyurursanız bir hazine teşkil edilsin ve oradan saraya tahsisat ayrılsın, dedi.

Fazlullah Paşa'yı dinleyen Sultan Murad Hazretleri:

— Bu parayı nereden ve kimden toplayacaksın? Diye sordu. Fazlullah Paşa:

— Sultanım bu memlekette çok zenginler var, bir fermanla bazılarından bir miktar mal toplamak mümkündür, dedi. Sultan Murad:



; Sen nice teklif edersin Fazlullah Paşa! Bize ve bizim askerimize helâl lokma gerektir. Bizim ve askerimizin boğazına helâl lokma girmez de, onun bunun hakkı girerse bu askerle, meydan-ı gazada nasıl harp edebiliriz. Haram üzerine bina kurulursa ayakta durma imkânı var mıdır? Diyerek Fazlullah Paşa'nın teklifini reddetti ve Çandarlı Halil Paşa'dan bir miktar borç alarak idare etti ve sonra ödedi.





Kütüphanemde bulduğum yıllar öncesine ait Nezihe Araz Hanımefendinin bir makalesi gerçekten çok ilginç

Sessiz çığlık

Okudunuz mu bilmiyorum, günaydın gazetesinde çıkan haberi? Unutmak istiyorum. Okumamışım gibi düşünmek istiyorum, olmuyor. Günlerdir için bu haberle dolu. İçimde tarifsiz bir acı var, bir yara...

Amerika'nın Colombia Üniversite'ndeki araştırma profesörlerinden Prof. Terry Felstein ve arkadaşı Prof.Stuart Campbell uzun süredir yaptıkları araştırmaların sonucunu açıkladılar. Diyorlar ki :"Kürtaj sırasında bisturi ana rahmine değdiği anda anasının karnındaki çocuk feci çığlıklar atıyor. Bu duyarlık üç aylıktan başlayarak çok açık seçik bir biçimde görülüyor ve ultrasonografi aletlerle de tespit ediliyor.

Yani ne oluyor demek ki... Demek ki kürtaj uygulamasına maruz kalan her cenin bağıra bağıra hayatından oluyor. İstemeden ve hiçbir suçu günahı yokken. Bu imaj beni... Pek çoklarını ettiği gibi, perişan ediyor.

Kürtaj üzerine ne demeli? Bazen bir zaruret, bazen bir savunma bazen bir günah temizleme, bazen bir nüfus planlaması, yani toplum yararına... Ben oturup yapılması doğrudur, yanlıştır tartışmasına girecek durumda değilim. Ne hakemim ne hâkim. Ben haberin içindeki acıyı görüyor ve ...."Ne yapıyoruz, neler yapıyoruz" diye dövünüyorum o kadar.

Bayılıyorum bazı insanların davranış biçimlerine "Bu aktır, bu karadır" diye kestirip atan, akla karanın arasında bin türlü renk nüansı olduğunu düşünmeden "işte bu aktır, başka türlüsü düşünülemez, ben de ak olanı tutuyorum... Ya da kara olanı tutuyorum." deyip rahatça yorganını başına çeken. Bir de bizim kategori var. Gerçekten akmı, gerçekten kara mı?...diye sızlanıp duran Ve aklarla karalar arasındaki bin nüansı gözden geçirip doğruları bulmaya çalışan.

Yani ben bu kürtaj olayında oldum olası salim bir karara varmış değildim aslı. Şimdi hele... Hele o bebeciklerin sessiz çığlıklarını ultrason aletlerle banda geçirdikten sonra... Nasıl hüküm verebilirim.
Demek ki kürtajda hiç değilse  bekleme süresini daha erkene almak gerekiyor, her şeyden önce. Ya da kürtaj yasalarını yeni baştan gözden geçirmek icap ediyor.

Başka ülkelerde, kürtaja karar veren kadınlara belli bir düşünme süresi tanınmıştır. Kadın kürtajdan önceki o süre içinde durumunu bir kere daha düşünür. Birçok defa da kararından cayar. O caymasa bile, yine başka ülkelerde ,kadınları kürtajdan caydırıcı kurumlar ,dernekler vardır. Bunlar kadınla temasa geçerek yaptığı işin yanlışlığını anlatmaya çalışırlar ve eğer korkusu çocuğuna bir gelecek sağlamak meselesinden kaynaklanıyorsa ,ona yardımlar vaat ederler.

Bu kürtaj aleyhtarı kuruluşların amacı bir canlının yok olmasına engel olmaktır. Bunu hem dini, hem ahlaki bakımdan yanlış buldukları içindir.

Bu yeni durum, bakalım çeşitli kuruluşlarca nasıl karşılanacak ve hele anneler, bu yazıları ve araştırmaları okuduktan sonra durumlarını nasıl ayarlayacaklar.

Bilim bir bakıma acımasızdır, sonuçlarını çıplak gerçekler olarak insanlık âlemine armağan eder. Bu sonuçlara uyup uymamak insanların ve toplumların kararıdır. Bakalım bu araştırmanın etkileri ne olacak ve insanlar, âmâ asıl bu ameliyatları yapan doktorlar, ellene bisturilerini nasıl alacaklar? Ve anneler... İnsanoğlu yeni bir çıkmaza girmiştir bu olayla. Bu kadar gözümde büyütüyorum bu olayı.





Toplumu yıkan zihniyet nedir?

Kanuni Sultan Süleyman, sütkardeşi Yahya Efendi'ye bir pusula göndermiş, ondan Osmanlı Devletinin inkırazına, yıkılmasına yol açacak sebeplerin ne olduğunu sormuştu.

Yahya Efendi, padişahtan gelen bu pusulayı okuduktan sonra, aynı kağıdın arkasına:
- Neme gerek kardeşim, sözünü yazmış, geri göndermişti.

Kanuni, bu cevaba çok bozulmuştu. İlk fırsatta Yahya Efendi' nin Beşiktaş'taki dergahına gelerek:

- Aşk olsun ağabey! Sana çok kritik bir konuyu sordum, cevap bile vermedin! Şeklinde sitemde bulunmuştu.

Yahya Efendi soruya cevap verdiğini söyleyince, Kanuni:

- Pusulanın arkasına, "neme gerek" diye yazıp yollamışsın. Herhangi bir cevap yoktu kağıtta... Demişti. Yahya Efendi şu açıklamayı yapmıştı:

- Aradığın cevap oydu işte sultanım. Devletin inkıraz sebebini soruyordun.

Bir devlette millette: "neme lâzım", "neme gerek" düşüncesi başlar ve çoğalırsa, o memleket ve devlet inkıraza başlar.






 Duacı Taifesi

Osmanlı Ordusu içinde birde duacı taifesi vardı. Bunlar ordunun düşmana karşı zafer kazanması için dua ederler dolayısıyla da maaş alırlardı.

Sultan İbrahim zamanında bunların sayısı 30.000 kadar olmuş ve maaşlarının tutarı da 170 yük tutar olmuştu. Bu kadar paranın fuzuli verildiğine kani olunarak bu paranın verilmemesine karar verilmişti. Bu karar dedikoduya sebep olmuştu.

-"30.000 adamın rızkını  kesmek olmaz. Bahusus ki bunlar duacıdırlar. Sonra hayır dua yerine beddua ederler." diyenler oldukça, defterdar muavini:

-"Bre efendiler, bunca zamandır, alemi fethederiz, hiç molla falanın ya da derviş filanın duasıyla falan kale zapt edildi, denildiğini duydunuz mu. Hiç böyle şey işitilmiş midir.?...

-"Bunca memalik hep yiğit ve bahadır evladı vatanın şecaat ve kahramanlığı ile fethedilmiştir. Ol makule duahanın hayrı olsa kendilerine olurdu", demiştir.

Gürcü Mehmet Paşa kulunuz, iki öküze saman vermekten acizdir

1655 te kadınlar saltanatının hüküm sürdüğü, devlet ricalinin cahil ocak ağalarının elinde bulunduğu bir devirde sadrazam aranıyordu.11 yaşındaki oğluna niyabet eden Turhan Sultan Kızlar ağası Uzun Süleyman Ağa'nın reyi ile hareket ediyor ve Gürcü Mehmet Paşa'yı Sadrazam tayin etmek istiyordu. Devlet Rical’inin ahlak ve kabiliyetlerini yakından tanıyan Mimar Kasım Ağa'nın fikri soruldukça, Turhan Sultan'a

-Behey Sultan'ım Gürcü Mehmet Paşa kulunuz, iki öküze saman vermekten acizdir. Nerde kaldı ki Sadrazam olup bu azim hizmeti ifa ede. Eğer maksat Siyavuş Paşa'yı azletmek ise ondan akıl ve sahibi rey bir kimseyi bu makam-ı aliye getirmeli ki gelen gideni aratmaya dedi.

Osmanlılarda fazilet mücadelesi
Tahsin Ünal




Hiç olmazsa benimki kömür karası olsun!..
Süleyman Nazif l.Dünya Harbi sıralarında geçim sıkıntısından kömür alışverişine başlar. Tanıdıklarından biri bunu duyunca yanına gider:

-Sen yıllarca valilik etmiş yüksek devlet memurluklarında bulunmuş,üstelik memleketin ünlü yazarlarından birisin.Böyle küçük işlerle uğraşmak sana yakışır mı?..der.

Süleyman Nazif dostunun sorusunu şöyle cevaplar:

-Dostum bu savaştan hiçbirimizin yüz akıyla çıkacağımızı ummuyorum;Hiç olmazsa benimki kömür karası olsun!..


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Öğretmen şiirleri

HEM 1. Kademe okuma – yazma kursu zümre öğretmenler kurulu

Özel Eğitim Uygulama Okulları (III. Kademe) İş ve Beceri Uygulamaları dersine ait taslak öğretim programları