Hayatın anlamı Nedir?
Alışkanlık
Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış;
Sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş.
Bu hikâyeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...
A Otorite Nedir?
Otoritenin ne olduğu konusunda herkesin sezgisel bir düşüncesi vardır. Pierre Monteux bir orkestra şefidir. Monteux karizmatik bir gösteri adamı olmadığı halde yaptığı hareketlerle orkestra üyeleri üzerinde etkili bir disiplin uyguluyor. Bu onun kendisine bütünüyle hâkim olması, rahat olması dolayısıyla diğer insanlar kendilerini onun yönetimine bırakıyorlardı. Güvenli görünümü otoritesinin temel taşıydı.
Toscanini gibi bazı şefler terör estirerek disiplin uygularlar. Toscanini çığlıklar atar, ayaklarıyla sert biçimde yere vurur hatta batonunu orkestra üyelerine fırlatırdı, diğer insanların hatalarına asla dayanamazdı.
Monteuxun havası, kendisine, en rahat biçimde yargıda bulunma imkanı veriyordu. Bu da otoritenin temel bir ögesidir. Güç sahibi olmak ve bu gücü kullanarak diğer insanları yönlendirmek ve daha yüksek bir standarda göre hareket etmemelerini sağlamak.
Güven, üstün yargılama yeteneği, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi; bunlar bir otoritede bulunan niteliklerdir. Güç ile otorite ilişkisi gücün tanımıyla daha karmaşıklaşır Otorite üretkenliği çağrıştırır.
Modern toplumsal düşüncede otoriteye farklı yaklaşan iki okul vardır.
Birincisinin temsilcisi Max Weber’dir Weber otoriteyi üç kategoriye ayırır. Birinci kategori, “çok eski geleneklere ve kurumsallaşmış inanca” dayalı geleneksel otoritedir. Bu otorite toplumsal kalıtsal ayrıcalıklara bağlıdır. İkinci kategori yassal-ussal otoritedir; bu otorite “kuralların yasallığına ve bu kurallara göre yönetimi elinde tutanların emir verme hakkına inanmaya” dayanır. Bunun anlamı bir lider ya da patronun gerçekte ne yaptığına bağlıdır. Son kategori karizmatik otoritedir; bu otorite, “bir müritler topluluğunun bir bireyin kutsallığına ya da kahramanca gücüne ya da örnek alınacak bir kişi oluşuna ve onun ortaya koyduğu ya da getirdiği düzene olağandışı biçimde kendilerini adayışlarına” dayalıdır. Weber bu otoriteye örnek olarak Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav)’ı gösterir. Tüm otorite biçimleri için de “önemli olan bireyin uyruklarınca nasıl görüldüğüdür.”
Weber’e göre insanlar yöneticilerine gönüllü itaat ettikleri zaman otorite vardır. İnsanlar itaate zorlanıyorsa bunun nedeni yöneticilerin meşru olmamasıdır. Bu birinci okula karşı olan yazarlar, insanların, diğer kişilerdeki gücü algılama sürecini vurgularlar. Bunlardan en önemlisi Freud’ in ki dir ve trajik bir sestir. Freud çocuğun anne ve babasıyla rekabet halinde olduğunu fakat onlara olan ihtiyaçtan dolayı otoritelerini kabul ettiğini söyler.
Otorite adlı eserden alınmıştır.
Su, ateş ve ahlak dostluk kurmuşlar;
Dolaşırlarken birbirlerini merak etmeye başlamışlar.
Suya sormuşlar, "Kaybolursan seni nasıl bulacağız?"
Yanıt, "Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım."
Ateşe, "Seni yitirirsek ne yapalım?"
Ateş, "Bir duman gördüğünüz yerde ben varım."
Sıra ahlaka gelince, yanıt şu olmuş:
"Beni kaybederseniz, bir daha kesinlikle bulamazsınız!" (Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)
Gözümüzü dünyaya açtığımız anda, Allah'ın varlığını tanımak kadar tabii bir şey olamaz. Ortada görünen her eser, onu yapanı hatırlatıyor. Bütün yıldızların gökyüzünde dans eder gibi görünüşü, çok büyük bir ustalıkla ayarlanmış. Hayvanlar, bitkiler, madenler, her şey ölçülü, nispetli ve hareketlidir. Hiç kimse, konusu, bir tabiat manzarası veya hayvanlar olan bir tablonun mahir ve usta sanatkârların ellerinden çıkmış olduğundan şüphe etmez. Kopyaları hakkında böyle düşünürsek, asıllarının başka türlü olmasına imkân var mı? VOLTAIRE
Eğitimli insanın dokuz düşüncesi vardır
1-Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler.
2-Dinlediklerinde iyi duymayı düşünürler.
3-Görünüşleri bakımından sıcak olmayı düşünürler.
4-Davranışlarında saygılı olmayı düşünürler
5-Konuşmalarında doğru olmayı düşünürler
6-İşlerinde ciddi olmayı düşünürler
7-Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler
8-Öfkelendiklerinde sorunları düşünürler
9-Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler
KONFÜCYÜS
Zaman Okyanusu (Ayşe Bulut) sayfa 197
Dünyada üç grup insan vardır
1-Bir şeyi ortaya çıkaran veya yapan ve bir şeyler için savaşan küçük seçilmiş bir grup.
2-Bir şeyin yapılmasını seyreden sadece konuşup yerinde sayan büyükçe başka bir grup.
3-Ve neyin olup bittiğini bilmeyen yaşayan muazzam bir kalabalık.
Ayşe Bulut -Zaman Okyanusu Nicolas Murray Butle
Eflatun''a iki soru sormuşlar.
Birincisi ; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir? "
Eflatun tek tek sıralamış :
- Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
- Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
- Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
- Hiç ölmeyecek gibi yasarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
Sıra gelmiş ikinci soruya ; "Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış ;
- Kimseye kendinizi "sevdirmeye" kalkmayın! Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi "sevilmeye" bırakmaktır...
- Önemli olan; hayatta "en çok şeye sahip olmak" değil, "en az şeye ihtiyaç duymaktır"..
Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmem için huzur; değiştirebileceğim şeyleri değiştirmem için cesaret ve aralarındaki farkı anlayabilmem için akıl ver. Barry Spilchuk
Bir dalda durmayanın sadık dostu, yalancının vefası, alçağın mürüvveti, kötü ahlaklının şerefi olmaz. Ahnef bin Kays
Dünya üç gündür. Dün, Bugün ve yarın. Dün geçti. Yarının geleceği belli değil Öyle ise bugünün kıymetini bil. Hasan Basri
Her kula helâl, Müslüman’a haram!..
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, eski adı “Yahudilik Yolağzı”, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!..”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye...
Gitmişler kadıya şikayete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslam, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslümana yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?..” diye çıkışmışlar adama.
Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lakin ispat ister, delil şarttır…”
dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı?.. Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlın vaciptir!” demiş.
Demiş ama, bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?..” diye sormuş.
Adam:
- “Bir tek Sultan'a derim…”
Diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan'a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş... Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl istir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl,
Müslümana haram yazarsın?..”
Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lakin ispat ister.”
—Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
—O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee?!..”
—Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakin neler olacak…”
Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, baslarında Museviler, “ne oluyor, bu ne zulüm?.. Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim...”
Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş… Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş.
Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan'a teşekkürler, hediyeler…
Az zaman geçmiş ki, adam:
- “Ayni isi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş.
Ayni şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve ayni tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar... Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine...
Sultan:
- “Bitti mi?..” demiş adama.
—Sultanım son bir is kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Simde nedir isteğin?..”
—Efendim, payitahtımız Bursa'nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimad edilen alimini alınız minberinden…”
Adamın dediğini yapmışlar, Uluca mı imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler...
Ve ne olmuş bilin bakalım?..
Bir Allah'ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?.. Hiç olmazsa va’zi bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış...
Geçmiş bir hafta, “nerede imam” diye gelen-giden yok!.. Aptal ve cahil bir imam tayin edilmiş yerine, ne konuştuğunu kendi kulağı duymayan tam yobaz cinsinden biri… Halk halinden memnun, başlamış bir dedikodu, o gecen hafta derdest edilen koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”
- “Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
—Sorma, sorma...”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak simdi?..
Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helallik almak lazımdır hocadan.”
“Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helal edilir mi?..”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- “Hava bile haram, hava bile!..” demiş...
H. IKBÂL
Çin Bambu Ağacı
Çin bambu ağacının yetişmesi, olumlu ısrar için güzel bir örnektir. Çinliler bu ağacı şöyle yetiştirir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır, gübrelenir.
Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz.
Tohum yeniden sulanıp gübrelenir.
Bambu ağacı ikinci yıl da toprağın dışına filiz vermez.
Üçüncü ve dördüncü yıllarda her yıl yapılan işlem tekrar edilerek bambu tohumu sulanır ve gübrelenir.
Fakat inatçı tohum bu yıl da filiz vermez.
Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda bambuya su ve gübre vermeye devam ederler.
Nihayet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar.
Altı hafta gibi kısa bir sürede de yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Akla gelen ilk soru şudur:
Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı haftada mı yoksa beş yılda mı ulaşmıştır?
Bu sorunun cevabı tabi ki beş yıldır.
Büyük bir sabırla ve ısrarla tohum beş yıl süresince sulanıp gübrelenmeseydi ağacın büyümesinden hatta var olmasından söz eder miydik?..
Bir başarının şartları her zaman çok basittir.
BİR SÜRE İÇİN ÇALIŞIN,
BİR SÜRE İÇİN TAHAMMÜL EDİN,
HER ZAMAN İNANIN
VE HİÇBİR ZAMAN GERİ DÖNMEYİN.
Zaman zaman umutsuz olduğuna inansak da öğrencilerimize su ve gübre vermekten vazgeçmeyelim. Aralarında Çin Bambu Ağacı gibi olanlar yok mudur sizce?
Kabiliyet farkı
Sadi-i Şirazi' nin iki talebesinden biri, imtihanlar sonunda başarılı olurken, diğeri başarısız olur.
Başarısız öğrencinin babası, Şeyh Sadi’ye sitemde bulunur.
- Niye aynı eğitimi vermediniz?
Benim çocuğum niçin başarısız oldu? der.
Şeyh Sadi'nin bu siteme cevabı düşündürücüdür:
- Eğitim aynı, ama kabiliyetler farklı...
Dünyada yaşayanlar ikiye ayrılır
Amin Maalouf "Arapların gözüyle haçlı seferleri" adlı eserinde Haçlılar tarafından saldırıları ve yapılan vahşetleri anlatırken şöyle der:
Frenkler gelene kadar, kent halkı sur çemberinin gerisinde güvenlik içinde yaşıyordu. Bağları, zeytinlikleri ve incirlikler i, onlara mütevazı bir refah sağlıyordu. Kentin işleri, Halep’teki Rıdvan’a itibari bir şekilde bağlı olan, babacan ve hırsı olmayan yerel eşraf tarafından yürütülmekteydi. Maara’nın iftihar ettiği şey, Arap edebiyatının en büyüklerinden biri olan., 1057 de ölmüş bulunan Ebuulâ el-Maari’nin doğduğu yer olmaktı. Özgür düşünceli biri olan bu kör şair yasaklara aldırmadan döneminin adetlerine "saldırmaya cüret etmişti. Şunu yazmak için cesaret gerekirdi:
Dünyada yaşayanlar ikiye ayrılır,
Beyni olup dini olmayanlar,
Ve dini olup beyni olmayanlar.
Ölümünden kırk yıl sonra, uzaklardan gelen bir fanatizm, görünüşe göre Maaralı şaire hem dinsizliği, hem de efsanevi kötümserliği konusunda hak verdirtecek tir:
Kader bizi cammışız gibi kırıyor,
Ve parçalarımız bir daha hiç birleşmiyor.
Nitekim kenti bir harabe yığınına çevirecek ve şairin hemcinslerine ilişkin olarak çok sık dile getirdiği küçümseme, burada en gaddar şekilde resmedilmiş olacaktır.
Bu sayfadaki bilgiler ve resim aşağıda adı belirtilen siteden alınmıştır. Belki faydası olur diye paylaşıyorum.
Türkçenin Diriliş Hareketi TDH
Almanya Köln’de bir ortaokulda ders kitabını devlet veriyor, yıl sonu geri alıyor, ertesi yıl tekrar başka bir öğrenciye veriyor. Bu, 12. öğrenciye verilmiş bir kitap.
Almanya gibi bir ülke bu işlemi yaparak yalnızca tasarruf etmiyor, çocuklara da tasarruf kültürünü, kullandığı malzemeyi kırmadan dökmeden kullanmayı öğretiyor.
😊
Cahilliğin alametleri
Din büyükleri buyuruyor ki :
Bir kimsenin cahil olduğu altı vasfı ile anlaşılır.
1-Her şeye kızar. Taşa çarpsa taşa kızar. Hayvana kızar. İnsana kızar. Çabuk kızar ve bu kızgınlığını kolay kolay yenemez.
2-Faydasız söz söyler.
3-Sır saklayamaz.
4-Malı yerli yerince harcayamaz.
5-Herkese güvenir.
6-Dostunu düşmanını bilemez. Kötülerle arkadaşlık eder.
Yorumlar
Yorum Gönder