Çinicilik
ÇİNİ
Bir tür beyaz killi topraktan yapılmış ve bir yüzü sırlanarak ayrıca süslenen pişmiş keramiğe verilen ad. Gerçekten bir keramik türü olmasına karşın daha çok mimarlık için üretilen ve duvarların kaplanmasında kullanılan çiniye bu ad, Çin’den dünyaya yayıldığı için verilmiştir.
Sırlı tuğlanın ortaya çıkışı çini sanatının başlangıcı olarak kabul edilir. İlk örnekler İ.Ö. 4.000 yılarına doğru doğu Akdeniz çevresinde ortaya çıkmıştır. Mısırlıların Sakkara'ra da ortaya çıkan mezarları firuze sırlı tuğlalarla bezedikleri, ayrıca ll.Ramses ve lll.Ramses için yapılan sarayları renkli sırlı tuğlalarla kapladıkları bilinmektedir.Çininin dış etkilerden korumak üzere doğrudan yapılarda sırlı tuğla halinde kullanılması Asurlular ‘da İ.Ö.12.yy da başlamış ve İ.Ö.6.yy.a kadar sürmüştür. Bu alanda Babil Mezarlığı’nda çok başarılı örnekler ortaya konmuştur. Ünlü İştar kapısının görkemli hayvan dekorları bunun en etkili örneklerindendir. Bu teknik daha sonra Akhamenitler'e geçmiştir. Akhamenitler'in Susa Sarayı'ndan günümüze ulaşan örnekler bu konuda bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Akhamenitler'den sonra mimarlıkta sırlı tuğla ve Çininin kullanılması durmuştur. Emeviler ’de Sasaniler'den esinlenerek üretilmiş tek renkli sırlı ve sırsız keramikler dışında çini ve keramik sanatı gelişmemiştir. Ancak 99.yy da Abbasiler ve Samanoğulları 'nın bu alanda aşama yaptıkları ve yani teknikler geliştirdikleri saptanmıştır. Özellikle Samerra kazılarında sarı, kırmızı, turuncu, renklerde lüsterlerle süslenmiş çinilere rastlanmıştır. Bunlar yıldız ve haç biçimindeki çinilerdir. İslam sanatı Asya'nın fethi sırasında karşılaştığı gelişmiş çiniciliği sonradan İspanya'ya kadar ulaştırmıştır.14.yy da Mallorca ve Balear adalarıyla İtalya'da çini üretildiği bilinmektedir. İspanya'da İslam egemenliğinin sona ermesi ardından ünlü Endülüs çinilerinin üretiminde ağırlık Granada'dan Valencia ve Paterna'ya geçmiştir.15.yy.da Endülüs Çini si Sicilya yoluyla Floransa'ya ulaşır. Kısa sürede Floransa çevresindeki Siena Urbino,Gubbio ve Faenza'da çini atölyeleri kurulmuştur.16.yy da Fransa'da ,17.yy ve 18.yy. larda ise Macaristan Almanya ve İskandinav ülkeleri çini yapımına önem vermişlerdir.
Türker'de çininin kullanılışı Uygurlara kadar uzanır. Yakın zamanlarda Gazneliler saraylarında yapılan kazılarda ele geçirilen çini buluntular, Uygur çinileri ile şaşılacak derecede benzerlikler göstermektedir. Karahanlılar ve Gazneliler ‘in mimari eserlerinde çiniyi çok ustalıklı bir şekilde kullandıkları görülmektedir. Ancak Türk mimarisinde çininin bezeme düzeni içinde mimarlıkla birlikte dengeli kullanılışı, daha çok İran'da Büyük Selçuklu sanatıyla etkinlik kazanmıştır. Özellikle 11.ve 12.yy.lara ait mimarlık eserlerinde giderek gelişen bir başlangıcın varlığı görülmüştür. Ancak asıl gelişmenin Anadolu Selçuklu Mezarlığı’nda ortaya çıktığı özellikle görülür.
Mimarlıkta kullanılmak üzere sırlanan toprak malzeme ikiye ayrılır
1-Sırlanmış tuğla
2-Çini, Çini ya büyük levhalar halinde (asıl çini) yada küçük parçalar halinde (mozaik çini) olarak kullanılmıştır. Duvar gibi örülerek, renkli yüzey malzemesi olarak kullanılan sırlı tuğlalar, çoğunlukta tek renklidir. Duvar çinileriyse çokgen yapılıdır. Bunlar mimarlık eserlerinin iç bölümlerinde ve çoğunlukla düz olan yüzeylerin bezenmesinde kullanılmıştır. Pişmeden önce küçük parçalara bölünmüş levhalar halindeki çinilerse Mozayik Çini olarak adlandırılmıştır. Bu tür çiniyle düz yüzeylerin yansıra, eğri yüzeyler de kaplanabiliyordu.
Anadolu çiniciliğinden önceki Türk çinilerinde çok değişik sırlama teknikleri kullandıkları saptanmıştır. Oysa Anadolu'da yalnızca iki tekniğin egemenliği söz konusudur. Bunlar sıraltı ve sırüstü tekniğidir.
Sıraltı tekniğinde pişmiş toprak levhalara sürülen ince bir astar tabakası üzerine resim yapılır. Bu boyanın üzerine sır sürülürdü. Fırında saydam ve renksiz bir görüntü alan sıraltında motif ve renkler bütün parlaklığıyla belirirdi. Çoğunlukla Selçuklu ve Osmanlı çiniciliğinde bu teknik kullanılmış özellikle Osmanlı döneminde başarılı eserler oluşturulmuştur.
Sırüstü tekniğine gelince pişmiş toprak ilkin saydam olmayan bir sırla kaplanır ve ardından pişirilir. sonra üzerine desen yada resim yapılarak ikinci kez fırınlanırdı. İkinci kez fırında pişirilme olayına perdahlanma adı verilir. Bu teknik özellikle Selçuklular döneminde yaygındır.
Bu iki tekniğin dışında Anadolu'da saydam olmayan sırla kaplı, desensiz tek renkli çini yapımı da oldukça önemlidir.
Sıraltı ve sırüstü tekniklerini birlikte kullanarak çok renkli çiniler elde etme yöntemine Minai adı verilmiştir. Minai tekniği özellikle İran çinilerinde kullanılmıştır.
Osmanlıların mihrap bezemeciliğinde 14.yy ve 15.yy'larda uygulanan Renkli Sır tekniği ise değişik renkte sırların birbirleriyle karışmasına imkân vermeyecek bir biçimde aynı yüzey üzerinde uygulanırdı.
Boya suyla karıştırılır. Taze kaolin yüzeyinin üzerine sürülür. Buna çiğ hamur işleme adı verilir. Günümüzde tuğla ve sır bir kez pişirilir. Bu pişmiş hamur üzerine işlemenin kuşkusuz fazlaca dayanıklı olduğu söylenemez. Eski çinilerin renk analizi üzerine bilinenlerse şöyle sıralanabilir.
Kırmızı:15.yy. sonlarına kadar demiroksit bilinmediği için aynı tarihlerde beyaz toprak toz haline getirilir, silisle karıştırılır. Ardından yapışkanlık kazanması için pekmez eklenirdi. Ustalar o dönemin kırmızılarının kalınlığından anladığımız kadarıyla iri damlalar dökerek çalışırlardı. Yeterince kurutulduktan sonra parlaklık ve saydamlık kazandırabilmek için potas ve silis tabakası geçirilirdi.
Mor: Manganez oksidiyle elde edilirdi.
Siyah: Krom ve Manganez oksidin birleştirilmesiyle elde edilirdi.
Mavi: Kobalt oksiti ve yeşil, bakır oksidiyle elde edilirdi. Bursa yöresinde çokça bulunan krom sarı renginin kaynağıydı. Çinilere zenginlik kazandıran saydam turkuaz bu güne dek sır olarak kalmıştır. Günümüzde kobalt oksidi ve bakır oksidinin minimumlu bir eriticiyle karıştırılmasından oluşan bugünkü turkuaz ya çok yeşil yada çok mavidir. Saydamlık ve eskilerin sıcaklığından yoksundur. Kuşkusuz burada belirtilmesi gereken bir özellikte eski ustaların oksitleri yalnızca çıkardıkları yerlere göre bilmeleridir. Bu da babadan oğula geçen bir sır olarak kalmıştır. Örneğin her aile bu rengin bulunduğu yeri bilir, gizlice gidip çıkarırdı. Türk çiniciliğinin ortadan kalması nedenlerinden biri de 17.yy. ortalarında ren özelliğinin bu yüzden kaybolup gitmesinde aranmalıdır. Genel hatlarıyla çini teknikleri ve renkler konusunda bilinenlerin ardından Anadolu'da uygulama alanı olan yapılara bir göz atmak gerekir. Konya da Karatay ve Tokat'ta gök Medrese günümüze gelebilen süslemeleriyle oldukça ilgi çekicidir. Kabartma çini ve mozayik çini tekniklerinin uygulama alanı bulduğu Karatay Medresesi'nde zengin bir ren armonisi karşımıza çıkar. Anadolu Selçuklularından kalma 13.yy'a vardırılan Kubadabad, Kubadiye, Alaattin köşkü ve Aspendostaki saraylarda, insan ve hayvan figürlü çiniler bu uygarlığın resim sanatı yönünden de ilginçtirler. Çok renkli Geometrik dekorlu ve lacivert zemin üzerine beyaz harflerle kabartmalı yazıt çinileri, kazılarla ortaya çıkarıldıklarından bu yana, çini sanatının gelişim çizgisinde büyük değişiklikler yapmışlardır.
Sonradan Osmanlı cami planlarını çokça etkileyecek olan Selçuklu Medreselerinin (dört eyvan şemalı) özellikle 13.yy da yapılmış olanlarında çini mozayik kullanılmıştır.1218 tarihli Sivas Keykavus Şifahanesi ve Sultan Türbesi'ndeki süsleme bu tekniğin en güzel örneklerinden biridir. Konya Alaattin Camisi'nin mihrap bordürlerinde gene Konya Sırçalı Medrese Eski Malatya Ulu Camisi'nde büyük yüzeylere uygulanmış çini mozayik bezemeler vardır. Çoğunlukla çerçeveler yazı dizileriyle oluşturulur, geniş yüzeylerdeki geometrik örgü desenin aslını oluşturur. Ana renkler firuze ve mor, yazılar beyaz ve koyu mavidir.15.yy.da özellikle mihraplarda mozayik çini kullanılmıştır. Konya Alaattin ve Sahip Ata Camilerinin mihrapları ve 14.yy da yapılmış Birgi Ulu Camisi ilk akla gelen örnekler olabilmektedir.
Mozayik çini basit bir geometrik desen üzerinde, sırlı tuğlayla birleşerek yine 15.yy.a kadar minareleri de süslemiştir. Konya İnce Minareli Medresesi'nin minaresi, Sivas gök Medrese ve Erzurum Çifte Minareli Medresesi'nin Minareleri 14.yy.dan Erzurum Yakutiye Medresesi'nin minaresi, ilgi çekici denemeler olarak görülebilir.
İstanbul'un alınışından önce çinicilik genellikle 13.yy. geleneğini sürdürmüştür.1392 tarihli İznik Yeşil Cami minaresinin dışında 14.yy.dan çini kaplama örneği kalmamıştır. Anlayabildiğimiz kadarıyla o çağın bilinen yapılarında çini süsleme fazlaca genelleşmemiştir. Oysa Çelebi Sultan Mehmet'in Bursa'da yaptırdığı Yeşil Cami'de çini kaplama süsleme kullanılmıştır. sırlı, firuze, renkli çinilerle kaplanan yüzeylerden başka, çoğunlukla çini mozayik, renkli sırüstü teknikleriyle yapılmış yazı şeritleri, mukarnas frizi ve bitkisel motiflerle süslü mihrap ilginç bir görünüş kazanmıştır. İçeride firuze renkli çiniler, dışarıda sırlı tuğlayla kaplanmış Yeşil Türbe önemli bir uygulamadır.
Bursa ve Edirne yapılarını bezeyen çini örneklerinin içinde kuşkusuz iki tanesini özellikle belirtmemiz gerekir. Bursa Muradiye Camisi'nin duvar çinileri ve Edirne Muradiye camisindeki mihrap süslemeleri Türk çini sanatının özgün örnekleridir. Bursa Muradiye Camisi'nin sır üstü ve renkli sır teknikleriyle, Edirne Muradiye Camisi'nin çinileri arasında çok yakın ilişkiler söz konusudur. Kuşkusuz en büyük benzerlik süsleme öğeleri, sıraltı tekniğiyle yapılmış olan altıgen ve üçgen mavi beyaz çini duvar kaplamalarıdır. İlk elde Türkistan kaynaklı olabileceklerini anımsatan mavi-beyaz renk kullanılışı ve çiçek motifleriyle öteki Osmanlı çinilerinden hemen ayrılırlar. Timur istilası nedeniyle 15.yy'da İran ve Türkistan ile olan kültür alışverişi çinicilikle özellikle kendisini duyurur. Örneğin İstanbul'un alınışından hemen sonra yapılan,1472 tarihli Çinili Köşk'teki çini tekniklerinde İran etkisi çok belirgindir. Firuze, Mavi ve mozayik çininin egemen olduğu Osmanlı Çini sanatının birinci dönemi tüm bu öğeleri geride bırakarak yeni bir merkezin ortaya çıkışı İznik Çiniciliği ile devrini doldurur.
Çini süsleme örneklerini 16.yy. başlarında pek bulamıyoruz; buna karşın İznik'te keramik üretimi artmıştır. Fatih Sultan Mehmet'in buyruğuyla İznik'te ilk atölyeler kurulduktan sonra çiniciliğe yeni bir canlılık gelir. İstanbul Sultan Selim Külliyesi'nde ve çağdaşı yapılarda, bitkisel, arabesk ve kıvrımlı motifleriyle ejder, bulut gibi uzakdoğu öğeleri süslemeye karışmıştır. İstanbul Haseki Medresesi ve Şehzade Mehmet Türbesi'nin çini bezemeleri bu türün çok bilinen örnekleridir. Bu dönmede çinilerde bölme sağlam bir sırla oluşturulur. Pişirildikten sonra oluşan çukur bölümler renkli sırla doldurulurdu. Bu türde kaolin yada saydam boya kullanılmamıştır. Topkapı Sarayı’ndaki Türbe ’de Süleymaniye Camii 'nin avluya bakan pencerelerinin altında ,Beyazıt Camisi'nde ,Üsküdar Ayazma Camisi'nde ve Edirne Selimiye Camisi'nde bu türün güzel örneklerini görebiliriz.
16.yy.ın ikinici yarısı başta mimarlık olmak üzere tüm sanat dalları için bir atılım başlangıcıdır. Çünkü bütün sanat kolları örgütlenmiş ve kendi çağları için bilimsel sayılabilecek yöntemlerle çalışmaya başlamışlardır. Saray bağlı 45 sanat kolu arasında çiniciliğe özel bir önem verilmiştir. Daha doğrusu mimarlığa bağlı sanat kolları arasında işbirliği ekip çalışması söz konusudur. Şöyle ki; mimarlar, nakkaşlar, çini ustaları yapılacak bir anıtın bezemeci liginde kullanılacak çini ihtiyacını beraberce tespit edip siparişi verdiklerini kanıtlayan bir dizi belge günümüze gelmişti.
Tümüyle yeni bir gurubun ilk örnekleri sayılabilecek 1557 tarihli Süleymaniye Camisi mihrabının iki yanındaki çiniler, beyaz zemin üzerine lacivert açık mavi, kırmızı çiçeklidir. Bordürleri lacivert zemin üzerine mavi-beyaz çiçekli, yazılar beyaz zemin üzerine lacivert ve yeşil renktedir. İznik çini atölyelerinde yapılan bu çinilerin renkleri ve sırları parlaktır. Süleymaniye minarelerinde kullanılan beyaz zemin üzerine açık mavi, kıvrık dallı ve çiçek bezemeli çinilerse, bu yapının inşaat defterlerinde İstanbul işi olarak özellikle belirtilmiştir.
1561 de yapılan Rüstem Paşa Camisi'nde 16.yy çini gelişiminin tümünü kapsayan özgün bir süsleme uygulaması görülür. Osmanlı mimarlığında yapıyı bir renk özlemi haline sokan bu uygulama, bir daha hiçbir dinsel yapıda bu ölçüde tekrar edilmemiştir. Camiyi kubbeye kadar kaplayan çinilerde, desenlerin gittikçe daha yüksek bir estetik düzeye ulaştığı görülür. Bu gelişme bir ölçüde de olsa gene İstanbul'da Sokulu Mehmet Paşa, Eski Valide, Takiyeci Camileri'nde sürdürülmüştür. Rüstem Paşa Camii ve Türbesindeki çini panolarda 41 çeşit lale motifi sayılmıştır. Sümbül, gül, narçiçeği, şakayık gibi çiçeklerle değişik yaprakların, dalların renklendirilişi başı başına tekniğin bir başarısıdır.
Topkapı sarayında altın yolda bulunan üç pano bu dönemin erişilmez örnekleridir. Yine aynı dönemden hırka-i Saadet Dairesi'nin özellikle üzerinde tavus kuşu resimleri bulunan panoları, 1586 da yapılan lll. Murat Dairesi'nin kapısı önündeki çiniler sütun başlıkları renk ve teknik olarak yepyeni özellikleriyle yüklüdürler. Gene bu odayı kaplayan panolar, ocak kenarları, kırmızı bordürler bir kaç kez görülmeye değecek kadar güzeldir.
16.yy.lın ikinci yarısında Osmanlı çiniciliğinin klasik dönemini oluşturan özgün çini süslemesinin bulunduğu yapılar şöylece sıralanabilir.1586-1587 tarihlerinde yapılan Mehmet ağa ve Ramazan Efendi Camileri 1600 yılına vardırılan lll. Murat türbesi 1663 te yapılan İbrahim Paşa Türbesi'nde ise ayrıca bir süredir görülmeyen geometrik motifler tüm öteki klasik dönem motiflerinin yanı sıra ortaya çıkmıştır. Ne var ki kırmızı renk giderek donuklaşmış bilinen parlaklığını yitirmiştir. Ardından 1608 tarihli lll. Mehmet Türbesi ile Topkapı Sarayı'nda l. Ahmet Kütüphanesi'nde yeşil rengin güçlülüğüne karşın kırmızı yine cansızdır.
1609 da İznik'te bulunan Çinici Başı' na yazılan bu uyarı buyruğunda giderek çini üretiminin kalite düşüklüğü gösterdiğini anlıyoruz. Bir süre daha başarılı sayılabilecek örneklerini 1617 tarihli Sultan Ahmet Camisi 1618 tarihli Topkapı Sarayı Baltacılar koğuşu 1620 tarihli l. Ahmet Türbesi 1635 tarihli Revan ve 1639 tarihli Bağdat Köşkleri 1641 tarihli Topkapı sarayı Sünnet Odası ,yine aynı yılda yapılan Üsküdar da Kösem sultan Camisi 1668 tarihli Topkapı Sarayı Harem Dairesi ve son olarak ta 1669 ta bitirilebilen Yeni Cami çinileri giderek bozulmaya başlayan Osmanlı Çiniciliğinin uygulandığı ,izleyebildiğimiz yapılardır.
Çini sanatı 17.yy. sonunda duraklar hatta 1719 da Topkapı Sarayı'nda yapılan lll. Ahmet Kütüphanesi’ne konacak çiniler Boğaziçi'nde Kara Mustafa Paşa Yalısı'ndan sökülerek getirilmiştir. Nevşehirli İbrahim Paşa, bu sanatın yok olmaması için Edirnekapı yakınlarındaki Tekfur Sarayı'nda bir çini imalathanesi kurdurur. Bu imalathanenin kalitesi oldukça düşük olan ürünleri lll. Ahmet Çeşmesi, Hekimoğlu Ali Paşa Camisi, Ayasofya’da l. Mahmut'un yaptırdığı kütüphane duvarlarında ve bir miktarda Topkapı Sarayı'nın bazı duvarlarında kullanılmıştır.
Tekfur sarayının çini üretimi bir süre sonra tamamen durdurulmuş ve imalathane kapatılmıştır. Hatta 1738 de Edirne Sarayı'nda çinilerin sökülerek İstanbul'a getirilmesini sağlayan buyruk, çini sanatımız için ilginç bir belge olmaktadır.
16.yy.da Osmanlı Sarayı çini ihtiyacını Viyana ve İtalya'dan karşılar duruma gelmiş ve Altıyüzyılı aşkın bir sürede Anadolu'da köklü gelişimi tamamlayan çiniciliğimiz bir bakıma tükenip gitmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder