Biraz da gülelim fıkralar
Adam sokakta giderken kenarda iki gözü iki çeşme ağlayan bir çocuğa rastlar. Yanına yaklaşır candan bir sesle:
-Niçin
ağlıyorsun yavrum.. Çocukta ses yok ağlamaya devam eder tekrar
sorar
-Niçin
ağlıyorsun yavrum. Çocuk gözleri yaşlı:
-Elimde
iki tane beş lira vardı. Bakkala gidiyordum, büyük bir çocuk
geldi elimdeki paraların birini alarak kaçtı. Adam gayet sakin bir
sesle
-Peki,
o senin paranı alıp kaçarken sen hiç ses çıkarmadın mı?
-Bağırdım
imdat dedim ama kimse yardımıma gelmedi.
-Peki,
var gücünle bağırıp çevrendeki insanlardan yardım
istemedin mi?
-İstedim
ama kimse sesimi duymadı. O da paramı alıp kaçtı. Adam gayet
ciddileşti, hmmmmm diye mırıldandı sonra da çocuğa dönerek
-Peki,
öyleyse elinde kalan diğer parayı da bana ver bakıyım!.....
İmzanızı
atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz
Üniversite
yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip
üniversite profesörünün oturduğu masaya oturmuş. Profesör
kaşlarını çatarak:
-"öküzler
ve kuşlar aynı masada oturamaz! "öğrenci:
-"o
zaman ben uçuyorum..." Profesör cevaba çok sinirlenmiş,
sınavda öğrenciye takmış ve sınavının başarısız geçmesi
için elinden geleni yapmış.
Yalnız
sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış.
Profesör öğrenciye:
-"sana
son bir soru soracağım"
-"yolda
yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akıl var,
diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?" Öğrenci:
-"para
olan çuvalı seçerdim..." Profesör:
-"ben
akıl olan çuvalı seçerdim... Öğrenci:
-"normal
! Kimde ne eksikse onu seçer..." Profesör çok sinirlenmiş,
öğrencinin not defterini alıp içine "öküz"
yazmış.Öğrenci Nota bakmadan odadan çıkmış. Bir dakika sonra
öğrenci kapıyı aralamış :
-"sayın
profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı
unutmuşsunuz."
Öyle
ise buyurun iki mecidiye çünkü size de Müslüman diyemeyeceğim
Geçmiş
zaman bu ya!... Zamanın birinde Anadolu ‘da bir kasabaya bir kadı
birde yardımcı atanır. Bir yıl boyunca ikisi de görevini
titizlikle yapar. Fakat hiçbir adli vaka meydana gelmez. İkisi de
hallerinden memnundur. Fakat bu rahatlık aynı zamanda ikisi için
de risk taşımaktadır. Kadı, yardımcısını çağırır ve
padişaha iletmek için mutlaka bir adli vaka bulmasını ve
sonuçlandırılmasını ister. Yoksa der işimiz kötü burada bizi
bir dakika bile bekletmezler. Biz böyle rahat yeri bir daha
bulamayız. Git ara bul ve en az bir adli vakamız olsun. Yardımcı
hiç merak etmeyin efendim der ben en kısa zamanda sorunu çözerim.
İşinden
çıkar önce yolu üzerinde bulunan kasaba uğrar. Selam verir.
İçeri girer kasaba yarım kilo kıyma vermesini söyler. Kasap
hemen yarım kilo kıymayı keser paketler.
İş
bu ya
Çok
affedersin der ben unutmuşum sen bunu bırak bana yarım kilo
kuşbaşı ver der. Kasap olur der yarım kilo kuşbaşı keser
paketler. Fakat buna da itiraz gelir kadı yardımcısından çok
affedersin der ben yine yanıldım sen bunu al bana yarım kilo
kemikli et ver. Kasap yine ses çıkarmaz siparişi iptal eder yarım
kilo kemikli et hazırlar. Kadı yardımcısı yine ahlanır vahlanır
ve ben yanılmışım sen bana yarım kilo.. Demeye kalmaz kasap
artık bunalmıştır. Eline bıçağı alır ve:
Efendi
Müslümana bu kadar eziyet olmaz al eline şu bıçağı istediğin
eti kes ben paketleyeyim deyince.. Kadı yardımcısı itiraz eder.
Hemen kasap hakkında bir tutanak düzenler ve “Bir Müslümana bu
söylenen sözle kâfir denmiş” olduğunu belirterek kadıya
şikâyetini yapar. Mahkeme günü gelir davalılar kadının
huzuruna çıkar. Kadı her ikisini de dinler ardından kararını
açıklar.
Kullanılan
cümle ile bir Müslümana sen Müslüman değilsin iması yapıldığı
için kasabın bir mecidiye ile cezalandırılmasını hükmeder.
Kasap hükmü duyunca kadıya döner. Efendim suçumuzun cezası bir
mecidiye mi?
Evet
der kadı.
Öyle
ise buyurun iki mecidiye çünkü size de Müslüman diyemeyeceğim
Bitmeyen
Senfoni
Büyük
şirketlerden birinin genel müdürü, gerçek bir klasik müzik
aşığıdır. Bir gün kente ünlü bir orkestra gelir. Vereceği
konserin en önemli parçası da Schubert' in ünlü “Bitmeyen
Senfoni'sidir.”
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne verir ve; “Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar” der. Genel müdürden aldığı talimatla konsere giden müdürden, ertesi gün şöyle bir değerlendirme raporu gelir.
Sayın Genel Müdürüm;
1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada on iki kemancı var. Bunların hepsi aynı anda hareket ediyor, aynı notaları seslendiriyorlar. Bence bu ciddi bir yanlışlık. Kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. Doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir. Dolayısıyla; tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konserin süresi yarı yarıya kısalacaktır.
Özet olarak Sayın Genel Müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı ‘Bitmemiş Senfoni' kesinlikle biterdi. Arz ederim efendim…”
Genel müdür bu eseri dinlemek için çok hevesli olmasına rağmen, işi nedeniyle konsere gidemeyeceğinden, gelen davetiyeyi şirketin insan kaynakları müdürüne verir ve; “Lütfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar” der. Genel müdürden aldığı talimatla konsere giden müdürden, ertesi gün şöyle bir değerlendirme raporu gelir.
Sayın Genel Müdürüm;
1- Dört obuacı konserin önemli bir süresinde boş oturdular. Bunların sayısı azaltılırsa konsere daha çok katkıda bulunurlar.
2- Orkestrada on iki kemancı var. Bunların hepsi aynı anda hareket ediyor, aynı notaları seslendiriyorlar. Bence bu ciddi bir yanlışlık. Kesinlikle personel tasarrufu yapılmalıdır.
3- Onaltılık notalara ağırlık verilmiş. Doğrusu büyük ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltılık notalar arasındaki farkı anlamaz. Bu nedenle; onaltılık notalarla eser çalarak yüksek ücret alan elemanlar yerine, sekizlik notaları çaldırıp, düşük ücretle çalışan stajyerler kullanılmalıdır.
4- Yaylı sazlarla işlenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlanıyor. Bu durum gereksiz tekrardan başka bir şey değildir. Dolayısıyla; tekrarlar önlendiğinde, iki saatlik konserin süresi yarı yarıya kısalacaktır.
Özet olarak Sayın Genel Müdürüm; eğer Schubert bu önlemleri alsaydı ‘Bitmemiş Senfoni' kesinlikle biterdi. Arz ederim efendim…”
Allah
erkeği yarattı
Rivayet
bu ya isteyen doğru desin isteyen yanlış. Fakat halk arasında
anlatılan bir hikâye bu, Rivayete göre:
Allah
eşeği yarattı ve ona dedi ki: Sen bir eşeksin. Sabahtan aksama
kadar yorulmadan çalışacaksın ve ağır yükleri sırtında
taşıyacaksın.
Ot
yiyeceksin, az akıllı olacaksın ve 50 yıl yasayacaksın. Eşek
cevap verdi: 50 sene böyle bir hayat için çok çok fazla, lütfen
bana 30 yıldan fazla verme! Ve böyle oldu...
Sonra
Allah köpeği yarattı ve ona dedi ki: Sen bir köpeksin. İnsanların
mallarını koruyacaksın, onların en yakın dostu olacaksın.
İnsanlardan geriye kalan artıkları yiyeceksin ve 25 yıl
yasayacaksın. Köpek cevap verdi: Allah’ım, 25 yıl böyle
yasamak çok fazla. Bana 10 yıl ver yeter! Ve böyle oldu...
Daha
sonra Allah maymunu yarattı ve ona dedi ki: Sen bir maymunsun.
Ağaçtan ağaca salınacak ve bir aptal gibi davranacaksın.
İnsanları eğlendireceksin ve 20 yıl yasayacaksın. Maymun cevap
verdi: 20 sene dünyanın palyaçosu olarak yasamak çok fazla.
Bana
10 seneden fazla verme! Ve böyle oldu...
En
sonunda Allah erkeği yarattı ve ona dedi ki: Sen erkeksin, dünyada
yasayacak tek rasyonel düşünen canlı sen olacaksın. Diğer
yaratılmışlara zekânı kullanarak hükmedeceksin. Dünyayı
yöneteceksin ve 20 yıl yasayacaksın. Erkek cevap verdi: Allah’ım
erkek olmak için 20 yıl yetmez. Lütfen bana eşekten artan 20
yılı, köpekten artan 15 yılı ve maymunun 10 yılını da ver...
Allah bunu kabul etti ve erkek 20 yıl erkek olarak yasadı, sonra
evlendi ve 20 sene eşek olarak sabahtan aksama kadar çalıştı ve
ağır yükleri taşıdı. Sonra çocukları oldu ve 15 yıl köpek
gibi yaşadı, evi korudu, aileden artanları yedi. Sonra ilerleyen
yaşında 10 yıl maymun olarak yaşadı, aptal gibi davrandı ve
torunlarını eğlendirdi. Bugüne kadar böyle geldi...
Kazanmak
için risk almak gerekir
Çin’in
Guangzhou kentinde bir banka soygunu. Soygunculardan biri
bankadakilere bağırır:
-“Kımıldamayın.
Para devletindir, ama hayatınız sizindir.” Herkes sessizce yatar…
Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı” dır. Alışılmış
düşünce tarzını değiştirmek… Bu arada müşterilerden bir
kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada...
Soyguncu bağırır: -“Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme
değil!” Bunun adı “Profesyonelliktir.” İşin neyse onun
üzerinde yoğunlaş! Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı
atmışlar.
Daha
genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl
ilkokuldan sonra terk):
-“Abi,
hadi şu paraları sayalım,” , Daha yaşlı olanı:
-“Çok
aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV
haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz ”. Buna
“Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok
daha önemlidir. Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü,
Şube Şefine hemen polisi aramasını söyler.
Şef:
-
“Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10
milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara
ekleyelim, ne dersiniz?” Buna “Dalgayı yakalamak” derler.
Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu! Müdür:
-“Yahu,
her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!” Buna
“Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden
çok daha önemlidir. Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar
çalındığını açıklar! Çaldıkları paranın çok daha az
olduğunu bilen soyguncular oturup parayı sayarlar…
Tekrar
tekrar sayarlar ve bakarlar hepsi topu topu 20 milyon! Çok kızarlar
bu işe:
-“Biz
hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü
bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine
doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!” Bu “Bilgi
altından daha değerlidir” demektir… Banka Müdürü çok
mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri
alabildiği için. Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak
için risk almak gerekir. PEKI, GERÇEK SOYGUNCULAR KIMLER ŞIMDI?
Alıntı: Prof. Dr Fatih Kalkınç
Notumu
Yazmayı Unutmuşsunuz
Üniversite
Yemekhanesine Giren Bir Öğrenci Tüm Yerler Dolu Olduğundan Gidip
Üniversite Profesörünün Oturduğu Masaya Oturmuş. Profesör
Kaşlarını Çatarak:
-"Öküzler
Ve Kuşlar Aynı Masada Oturamaz! "Öğrenci:
-"O
Zaman Ben Uçuyorum..." Profesör Cevaba Çok Sinirlenmiş,
Sınavda Öğrenciye Takmış Ve Sınavının Başarısız Geçmesi
İçin Elinden Geleni Yapmış.
Yalnız
Sınavda Öğrenci Tüm Soruları Mükemmel Bir Şekilde Cevaplamış.
Profesör Öğrenciye:
-"Sana
Son Bir Soru Soracağım"
-"Yolda
Yürürken İki Torba Bulduğunu Hayal Et, Birinde Akıl Var,
Diğerinde İse Para Var. Hangi Çuvalı Alırsın?" Öğrenci:
-"Para
Olan Çuvalı Seçerdim..." Profesör:
-"Ben
Akıl Olan Çuvalı Seçerdim... Öğrenci:
-"Normal!
Kimde Ne Eksikse Onu Seçer..." Profesör Çok Sinirlenmiş,
Öğrencinin Not Defterini Alıp İçine "Öküz" Yazmış.
Öğrenci Nota Bakmadan Odadan Çıkmış. Bir Dakika Sonra Öğrenci
Kapıyı Aralamış
-"Sayın
Profesör, İmzanızı Atmışsınız, Fakat Notumu Yazmayı
Unutmuşsunuz."
Buyurun
cenaze namazına
Osmanlı Padişahı dördüncü Murat (1623-1640), kıyafet değiştirerek, halk arasında dolaşmaktan çok hoşlanırmış. Bir gün yine esnaf kılığında gezerken, Üsküdar'dan bir kayığa binmiş. Kayıkçı yanına bir müşteri daha almış, boğaza açılmışlar. Denizin ortasında Murat, yanında oturan müşteriye sormuş:
—Senin adın ne?
— Bana Üsküdarlı remmal Ahmed Ağa derler.
Padişahın merakı artmış. Tekrar sormuş:
Osmanlı Padişahı dördüncü Murat (1623-1640), kıyafet değiştirerek, halk arasında dolaşmaktan çok hoşlanırmış. Bir gün yine esnaf kılığında gezerken, Üsküdar'dan bir kayığa binmiş. Kayıkçı yanına bir müşteri daha almış, boğaza açılmışlar. Denizin ortasında Murat, yanında oturan müşteriye sormuş:
—Senin adın ne?
— Bana Üsküdarlı remmal Ahmed Ağa derler.
Padişahın merakı artmış. Tekrar sormuş:
—Ne
iş yaparsın?
Adam, -sakin cevap vermiş:
—Remil atarak gaipten haber veririm.
— Peki, bir remil at da görelim. Meselâ şu anda Sultan Murad nerededir?
Adam, karşısındaki meraklı kişinin yüzüne şöyle bir bakmış, hatırını kırmak istememiş, remilini atmış.
—Deniz üstünde görünüyor.
— Bir remil daha at bakalım. Bize yakın mı, uzak mı?
Adam, remilini tekrar atar atmaz gözleri parlamış:
—Sultan Murad bizimle beraber. Ben remmal Ahmed olduğuma göre, devletli Hünkâr da sizsiniz.
— Aferin, hüner sahibi adammışsın. Yalnız, bir remil daha at bakalım. Şimdi ben İstanbul'un hangi kapısından gireceğim. Bilirsen seni ihya ederim. Bilemezsen.
Remilci, remilini dökmüş. Dökmüş ama bu sefer söylememiş. Bir kâğıda yazıp Padişaha uzatmış:
—Bir şartla Sultanım. Bu kâğıdı kapıdan geçtikten sonra okumanızı dilerim. Demiş. Sultan Murad kâğıdı cebine yerleştirerek, kayıkçıya sahile çekmesini söylemiş. Karşısına gelen sur bedeninde nöbet tutan dizdarlardan birine:
- Ben Padişahım. Tez buradan bir kapı açın, şehre gireceğim.
Padişah fermanı bu. Derhal duvarı yıkarak bir kapı açmışlar. Padişah şehre girmiş ve cebinden remmalın yazdığı kâğıdı çıkarmış. Kâğıtta şunlar yazılı imiş: "Devleti Hünkârım Yeni kapınız mübarek olsun.".
O günden bu güne İstanbul'un o semtinin adı Yenikapı semtidir...
Adam, -sakin cevap vermiş:
—Remil atarak gaipten haber veririm.
— Peki, bir remil at da görelim. Meselâ şu anda Sultan Murad nerededir?
Adam, karşısındaki meraklı kişinin yüzüne şöyle bir bakmış, hatırını kırmak istememiş, remilini atmış.
—Deniz üstünde görünüyor.
— Bir remil daha at bakalım. Bize yakın mı, uzak mı?
Adam, remilini tekrar atar atmaz gözleri parlamış:
—Sultan Murad bizimle beraber. Ben remmal Ahmed olduğuma göre, devletli Hünkâr da sizsiniz.
— Aferin, hüner sahibi adammışsın. Yalnız, bir remil daha at bakalım. Şimdi ben İstanbul'un hangi kapısından gireceğim. Bilirsen seni ihya ederim. Bilemezsen.
Remilci, remilini dökmüş. Dökmüş ama bu sefer söylememiş. Bir kâğıda yazıp Padişaha uzatmış:
—Bir şartla Sultanım. Bu kâğıdı kapıdan geçtikten sonra okumanızı dilerim. Demiş. Sultan Murad kâğıdı cebine yerleştirerek, kayıkçıya sahile çekmesini söylemiş. Karşısına gelen sur bedeninde nöbet tutan dizdarlardan birine:
- Ben Padişahım. Tez buradan bir kapı açın, şehre gireceğim.
Padişah fermanı bu. Derhal duvarı yıkarak bir kapı açmışlar. Padişah şehre girmiş ve cebinden remmalın yazdığı kâğıdı çıkarmış. Kâğıtta şunlar yazılı imiş: "Devleti Hünkârım Yeni kapınız mübarek olsun.".
O günden bu güne İstanbul'un o semtinin adı Yenikapı semtidir...
Akıllı
insanlar, akıllı insanlarla çalışır
Einstein
konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir
konferansa
gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a;
“Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş:
“Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”
Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a;
“Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda
oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş:
“Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”
Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru
cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir
fizik sorusu sormuş.
Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:
“Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’ı işaret ederek şöyle devam etmiş:
“Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak.”
Netice:
1-Akıllı insanlar, akıllı insanlarla çalışır
ve
2-İnsanın zekiliğinin yanında uyanıklığı da insana çok şeyler kazandırır……
Ne
olmak istiyor
ABD
Başbakanlarından James Garfield (.l. 1881) başkan olmadan önce
bir kolejin müdürüymüş. Bir gün bir anne çocuğunu koleje
yazdırırken bir ricada bulunmuş:
— Müdür
Bey, dersleri biraz daha basitleştiremez misiniz? Benimki derslerin
hepsini takip edemez. Koleji de bir an önce bitirmek istiyor.
Garfield
cevap vermiş:
— Evet,
hanımefendi bu mümkündür. Önce çocuğunuzun ne olmak istediğini
söyleyin. Malum ya Tanrı bir meşeyi yüz yılda yetiştirirken bir
kabak için iki ayı yeterli görüyor.
İsmail
Özcan Espri ve fıkralarıyla ünlüler
Bu
kumaştan bana bir pantolon çıkar mı?..
Adam
elinde bir top kumaş terzi dükkânına girer kumaşı ustaya uzatır
ve sorar;
-Bu
kumaştan bana bir pantolon çıkar mı?..
Terzi
kumaşı alır ölçer biçer bakar, adama bakar ve sonunda
-Hayır
der bundan bir pantolon çıkmaz. Mecburen kumaş sahibi kumaşını
alır ve çıkar giderken yol üzerinde başka bir terzi dükkânını
görüp kumaşı uzatarak aynı soruyu ona da sorar terzi kumaşı
alır bakar ölçer ve olur der adamın ölçüsünü alarak
haftaya gelmesini söyler.
Bir
hafta sonra terzi dükkânına giden adam pantolonu alır giyinir tam
üzerine göredir kumaş yetmiştir yetmesine ama yanında birde
terzi kendi oğluna da aynı kumaştan bir pantolon dikmiştir. Bunu
gören adam hiddetle eline pantolonu alır ve eski terziye gider ve
-Bana
bu kumaştan bir pantolon çıkmayacağını söylemiştin hâlbuki
yan sokakta ki terzi bana bir pantolon diktiği gibi kendi oğluna da
artan kumaştan bir pantolon dikti buna ne diyeceksin deyince terzi
gayet sakince;
-Beyefendi
yan terzinin oğlu 7 yaşında normal halbuki benim oğlum 15
yaşında!...
Kızı
usulüyle istemek
Tamamdır
efendim hiç merak etmeyin
Şehrin
valisinin oğlu Çingene reisinin kızına âşık olur. Durumu
ailesine anlatır. Babası istemese de tek oğlunu kıracak değil ya
gider kızı ailesinden usulüyle ister.
Fakat
çeribaşı çetin ceviz çıkmıştır. Kalkar valiye bir sürü
hakaret ederek çadırından kovar. Sabahleyin makamına gelen vali
çok üzülmüştür.
Bir
yanda günden güne aşkından eriyen oğlu, öbür yanda incinen
gururu en kötüsü de kimseye içini dökecek derdini anlatacak hali
yok. Koltuğunda oturur ve kara kara düşünür nasıl yapsam nasıl
etsem ama bir türlü işin içinden çıkamaz. Çayını getiren
kapıcısı valiyi kara kara düşünür halde görür ama birşey
demeye de çekinir, sonunda çekingenliğini bir yana bırakıp sorar
valiye derdini.
Vali
sorma der kapıcıya derdim çok büyük çaresi yok, anlatın der
kapıcı belki bir çaresi bulunur. Vali dayanamaz ve kapıcıya
anlatır başından geçenleri ve ne yapacağına bir türlü karar
veremediğini.
Kapıcı
kolay der ben o işi hallederim. Vali inanamaz nasıl halledeceksin
deyince kapıcı efendim siz o işi bana bırakın ve akşama işi
hallolmuş bilin deyip çıkar.
Kapıcı
doğru Çingene reisinin çadırının bulunduğu obanın başına
gelir ve obanın başından bağırır.
-Hey
çeri başı senin kızı bizim vali oğluna istemiş ama sen
vermemişsin çabuk kızı ve çeyizini hazırla ben varmadan sen
getirip teslim et yoksa çadırını başına geçiririm....
Çeribaşı
cevap verir.
-Tamamdır
efendim hiç merak etmeyin o sizin gibi gelip usulüyle isteme diki
kızımı vereyim, hiç merak etmeyin akşama kalmaz iş
tamamdır!....
Ziyanı
yok paşa
Gerçek
midir bilinmez, Kıbrıslı Kamil Paşa İzmir valiliği sırasında
sık sık memleketi Kıbrıs'a gidiyordu. İzmir’de o tarihlerde
yaptığı nüktelerle İzmir'in gönlünde taht kuran Şair Eşref'in
hayranları arasında Vali Kamil Paşa da vardı. İzmir valisi Kamil
Paşa Eşref'i seviyor ve koruyordu.
Bir
gün Kamil Paşa, Kıbrıs’a giderken Eşref'ten ne hediye
istediğini sorar. Eşref,
-"Kıbrıs'ın
eşekleri meşhurdur, bir eşek getirirseniz makbule geçer paşam"
,
Aradan
bir ay geçer Kamil Paşa Kıbrıs'tan döner. Valiyi karşılayanlar
arasında Şair Eşref'te vardır. Paşa Şair Eşref'i görünce
elini dizine vurarak:
-Tüh!
Sen benden eşek istemiştin. Unuttum. Şimdi seni görünce aklıma
geldi" deyince Şair Eşref altta kalacak değil ya hemen
cevabını verir:
-"Ziyanı
yok paşa! Siz geldiniz ya! " Efendi den alınmıştır.
Üç
Profesör!..
Üç
Profesör Anadolu ya doğru otomobilleri ile yola çıkarlar. Bursa
yakınlarında arabaları bozulur. Yolda kalırlar. Arabalarını
tamir edemedikleri gibi geceye de kalmışlardır. Konaklamak için
yer ararlar. Bir köylünün kapısını çalar ve durumlarını
anlatıp kendilerini misafir edip edemeyeceklerini sorarlar köylü
Tanrı misafiri deyip içeri buyur eder profları, kendisi sobayı
yakar ve izin alarak ahıra koyunlarını sağmaya gider.
Proflar sobaya bakarlar soba ayaklarının altına taş koyulmuş
yerden yükseltilmiş bir vaziyette tuhaflarına gider hemen biri
söze başlar:
-Bu köylü çok zeki odadaki ısı kaybını önlemek için sobayı yükseğe kurdu der, diğeri söz alır
-Bence ısınan havanın yükseldiğini düşünerek önce yukarıdaki havayı daha erken ısıtmaya çalışmıştır der diğeri ise
-Dışarıdan gelen havanın soğuk olması fazla ısı kaybına yol açıyor soğuk ısı aşağıdan gelince sobayı soğutmasın diye düşünmüştür... Tartışmalar sürerken köylü içeri girer ve proflar köylüye sormaya karar verirler. Köylü:
-Ha
o mu efendim sobanın borusu yetmedi bende çare olsun diye
ayaklarının altına taş koyup sobayı yükselttim
Kaz
Yolmayı sever misin ?..
Padişah
tebdili kıyafet iki vezirini yanına alır. Üsküdar’dan kayığa
biner Sarayburnu’na varacaktır. Kayığa binince etrafına göz
gezdirir. Kayıkçının uyanık biri olduğunu anlar ve sohbete
başlar adın işin birkaç sohbetten sonra Padişah sorar
-32
ile aran nasıl. Kayıkçı:
-İdare
ediyoruz işte pekte iyi denmez ama vaziyeti idare etmeye
çalışıyoruz. Biraz daha gittikten sonra tekrar sorar
-Düşmanın
var mı?
-Evet,
vardır hem de iki tane hele biri akşam kapıyı çok zorladı ama
benim onun isteklerini yapacak gücüm yok. Biraz daha gidince tekrar
sorar
-Kaz
yolmayı sever misin?..
-Oooo
çok severim..
-O
zaman sana iki tane gönderirim. Sohbetle kıyıya da varılır
herkes kayıktan iner uzaklaşırlar. Padişah vezirlerine döner
-Kayıkçı
ile sohbetimizi nasıl buldunuz. Vezirler uyanık ya hemen
yağcılığa başlarlar
-Efendim
çok güzel konuştunuz ,ağzının payını verdiniz....Padişah
konuşulanlardan vezirlerin hiçbir şey anlamadığını anlamış
ama hiçte renk vermemiş
-O
halde akşama bu konuları tekrar görüşelim deyip konuyu kapatır.
Vezirler durumun vahametini anlayıp hemen bir akıl düşünelim der
vezirin biri uyanık bir şekilde sırıtarak kuşağından bir kese
altın çıkarır ve doğru kayık iskelesine gider kayıkçıyı
bulur ve sorarlar
-Bizi
tanıdın mı?
Kayıkçı
kıs kıs güler, padişahın "sana iki kaz göndereceğim"
sözü aklına gelir
-Evet,
tanıdım der, vezirler:
-Öyleyse
söyle bakalım neydi o konuştuklarınızın manası. Kayıkçı
uyanık:
-Yoo
ağalar olmaz der öyle bedavadan olmaz vezirlerden biri kendince
uyanık ya hemen bir kese altını kuşağından çıkarıp kayıkçıya
uzatır, kayıkçı anlatır
-Bana
Padişah 32 ile aran nasıl diye sordu yani geçinebiliyor musun,
bende pek iyi değil ama kıt kanaat geçinmeye çalışıyorum
dedim
-Peki,
düşmanın var mı ne demek
-Padişah
bana evladın var mı diye sordu çünkü çocuk evin düşmanıdır
işin oluruna bakmaz istediğini yapmak ister. Benimde iki oğlum var
dedim biri illa evlenmek istiyor ama gücüm yok şimdi onu
evlendiremem dedim,
-Peki
ya kaz yolar mısın ne demek
-Bakın
ağalar o işte olmaz deyince vezirler bir kese altın daha uzatıp
cevap isteyince
-Eeeeee
ağalar bu kadar basit bir konuşma için iki kese altın verdiniz
artık anlayın kaz yolar mısın ne demek!.....
Bilseniz
o ne hırsızdı!...
Köyün
ağasının çok iyi bir çobanı vardır. Her sabah gelir sürüyü
alır otlağa götürür akşamleyin de gelir sürüyü ahıra teslim
eder. Günler ayları aylar yılları kovalar günden güne sürü
artmaktadır. Sürünün hızla çoğalması ağayı ayrı bir memnun
etmektedir.
Gel
zaman git zaman günün birinde fırtına, yağmur, şimşek,
yıldırım çarpar sürü telef olur, çobanda ölür. Haberi alan
ağa perişan olur. Ağlar sızlar, feryat eder. Cenaze günü
gelmiştir. Çevre köylerin ağaları başsağlığına taziyeye
gelirler ama gel de sen ağayı teselli et edebilirsen.
Ağa
kendini yerden yere atmakta göğsünü dövmekte ahu feryat
etmektedir. Durumu gören diğer ağalar kendisi ile konuşup teselli
etmeyi denerler. Ağaya sarılıp başsağlığı diler ve "yeter
artık kendini perişan ettin, gelen dünya malına gelsin yenisi
olur çobansa Allah rahmet eylesin ama yeni bir çoban buluruz sana"
deyince ağa dayanamaz ve:
-Ben
ona ağlamam ağalar!..
-Neye
ağlarsın
-Bilseniz
o ne hırsızdı şimdi ben onun gibisini nereden bulurum işte ona
ağlarım!......
Tanrıya
dua edelim!...
Baba
John oğlunu çağırdı:
-Oğlum
Jack atlara vermek için komşunun samanlığından saman çaldın
mı?
-Evet
baba
-Aferin
oğlum!...
-Peki,
sabah kahvaltısı için komşunun kümesinden yumurta çaldın mı?
-Evet
baba
-Aferin
oğlum!...
-Peki,
tavuklara vermek için komşunun ambarından tahıl çaldın mı?
-Evet
baba
-Aferin
oğlum şimdi haydi kiliseye Tanrı ya dua edelim!...
3
yeni zarf hazırla...
Şirkette
eski genel müdür kovulmuş, yerine yeni bir genel müdür
atanmıştır. Eski müdür görevi devrederken, yenisine
tavsiyelerde bulunur ve 3 adet zarf verir. Her biri numaralanmıştır.
Eski müdür yeni müdüre ileride her başı sıkıştığında
sırasıyla zarfları açmasını söyler ve yeni müdür ise başlar.
Altı ay işler yolunda gider. Fakat sonra satışlar düşer. Ne
yapacağını bilemeyen yeni müdür, en sonunda 1. zarfı açar.
Zarfta şöyle yazmaktadır:
- Kendinden önceki müdürü suçla... Yeni müdür hemen bir basın toplantısı ayarlayıp sorunlar için kendinden önceki müdürün politikalarını suçlar. Basın ve borsa bu açıklamalara olumlu bakar, şirket hisseleri toparlanır, bu arada da satışlar düzelir... İşler bir süre daha yolunda gider. Fakat sonra üretim sorunları çıkar. Önceki olaydan tecrübeli yeni müdür gecikmeden 2. zarfı açar, zarfta şunlar yazmaktadır:
- Şirketi yeniden organize et. Yeni müdür reorganizasyonu uygulamaya koyulur, sorun çözülür. Bir süre sonra işler yine bozulur. Yeni müdür masanın çekmecesini açar ve 3. zarfı çıkarır aynen şu yazmaktadır:
- 3 yeni zarf hazırla...
Eşkıya
Yaşlı
adam ölüm döşeğinde son isteği için oğlunu çağırır ve
kendisine vasiyetini bildirir:
-Oğlum
ben ölüyorum senden son isteğim sandıkta bulunan dört bin altını
al iki binini kendine sakla yalnız geriye kalan iki bin altını
memleketin en büyük eşkıyasını bulup ona vereceksin!..
Oğlu
babasının ölümünden sonra vasiyetini yerine getirmek için dağ
tepe demez arar sorar soruşturur ve sonunda memleketin en büyük
eşkıyasını bulur. Eşkıya reisinin karşısına çıkar, reis ne
istediğini sorunca anlatır; babasının son nefesinde kendisinden
dört bin altınının olduğunu bunun iki bin ini kendine almasını
kalan iki bini ise memleketin en büyük eşkıyasını bulup
vermesini, araştırması sonucunda da en büyük eşkıyanın
kendisi olduğunu ve parayı teslim etmeye geldiğini söyler. Eşkıya
reisi ise dinler güler düşünür ve kararını verir;
-Aferin
dürüst insansın ama ben alamam, benden daha büyük
eşkıyalar var sen git ona ver, deyince adam:
-Hayır
der ben sordum soruşturdum en büyük eşkıya senin olduğunu
söylediler deyince reis:
-Sen
bu altınları git şehrin kadısına ver o benden daha büyük
eşkıyadır, der. Zavallı çaresiz vasiyet deyip yola koyulur şehre
varır kadının huzuruna çıkar derdini anlatır. Kadı:
-Alamam
der alamam çünkü bunları alabilmem için karşılığında sana
bir şeyler vermem lazım, düşünür çareyi de bulur!.. Bak der şu
karşıki dağı görüyor musun o dağ devletin bende devletin
kadısıyım o dağın üzerindeki karda devletin haliyle benim
sayılır o karı iki bin altın karşılığında sana veriyorum
kabul ediyor musun adam çaresiz babamın son vasiyeti deyip
kabul eder.
Sevinçle
kadının yanından ayrılırken arkasından kadı seslenir.
-Efendi
nereye!... Adam geri döner
-Vasiyeti
yerine getirdim şimdide gidiyorum, kadı tekrar seslenir.
-Git
git ama şu benim dağımda senin karının ne işi var önce karını
temizle de öyle git. Adam şaşırır hiç dağdaki kar temizlenir
mi ben ne yaparım buna başka bir çare deyince kadı:
-Ya
karını temizle yada kirasını ver kirası ikibin altındır deyip
adamın babasından kendisine kalan ikibin altınını da alınca
zavallı dağdaki eşkıyanın dediğini düşünür ve kendi kendine
"reis , Sen eşkıya değil evliyaymışsın" demekten
alamaz!...
Hangisini
efendim?
Kadın
evine aldığı yeni hizmetçiye gelen misafir ve komşularına hava
atmak için öğretiyordu:
-Bak
kızım burada misafir varken senden neyi getirmeni istersem "
hangisini" diye soracaksın der, hizmetçi:
-Ama
efendim tek olanlar içinde mi?
-Evet,
ne istersem hangisini diye soracaksın sakın unutma! der.
Akşam
olur eve misafirler gelir fakat evin beyi çalışma odasındadır.
Hanımefendi hizmetçiye seslenir.
-Kızım
misafirler geldi kocamı çağır. Hizmetçi seslenir
-Hangisini
efendim?
Gazetecinin
Edebiyatı
Kasaba
sular altında... Bütün evler, büyük binalar yıkılmış,
binlerce kişi açıkta kalmış, ölenler, yaralananlar... Felaket
gerçekten büyük. Duygulanmamak elde değil.
Mesleğin
ilk basamağındaki genç gazeteci, büyük heyecan içerisinde
gazetesine telgraf çekiyor, olayı bildirirken içine biraz da
edebiyat katıyor:
"Bir
deniz burası, yeni bir deniz. Felaket kasabanın üstüne bütün
hışmıyla çökmüş ve Tanrı karşı tepelerin üstünde bütün
heybetiyle oturmuş, öfkeli gözlere bu hazin manzarayı
seyrediyor... İnsanlar ölüyor ama belki de Tanrı'nın da yapacak
bir şeyi yok."
Yazı
işleri müdürünün cevabı gecikmemiş:
"Sersemliğin
lüzumu yok. Stop. Sel felaketini boş ver. Stop. Hemen Tanrı ile
konuş. Stop. Mümkünse resmini çek. Stop. Haberini acele yazdır."
Gerdan
kır, belini bük, al gitsin maaşını.
Bir
soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler,
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.
Beyhude inat etme, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını.
Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme,
Bir hak için kendine, dik başlıdır dedirtme,
Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.
Ne derlerse huuu... Diye salla hemen başını,
Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.
Unutma
bu ocağın adı asiyaptir,
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını,
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.
Sen de bir dolap çevir, apartmanlar yaptır.
Hakikat nene gerek o memnu bir kitaptır.
Sana lazım olan şey, sallayarak başını,
El öpüp, etek öpüp almaktır maaşını.
Bu
güvercin eder mi atmacalarla yarış,
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış,
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"
Öğrenmeden dünyayı gezdim de karış karış,
Vazgeç hak sevdasından sen de kervana karış,
Ne derlerse huuu diye, salla hemen başını,
Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını"
Yıl:1943
Yazan: Abdullah Çağlayan
Görevi: Eski Antalya Defterdarı
Sigaranın
dayanılmaz faydaları
Sigara
içeni köpek ısırmaz!...
Çünkü yanında baston taşır!...
Çünkü yanında baston taşır!...
Evine
hırsız girmez!...
Çünkü sabahlara kadar öksürür.
Çünkü sabahlara kadar öksürür.
Üzerine
sinek konmaz.
Çünkü buram buram sigara kokar!..
Çünkü buram buram sigara kokar!..
Fazla
yorulmaz,
çünkü yorulunca tıkanacağını bilir!...
çünkü yorulunca tıkanacağını bilir!...
Yürümek
için fazla zorlanmaz.
Çünkü tekerlekli iskemlede gezdirilir!...
Çünkü tekerlekli iskemlede gezdirilir!...
İhtiyarlamaz
çünkü genç yaşlarda sevdiklerine kavuşur!...
çünkü genç yaşlarda sevdiklerine kavuşur!...
Sigara
içenlerin ayrıca,
Yüzlerine
renk gelir,
çünkü dişleri ,ciltleri ve bıyıkları sapsarı olur!...
çünkü dişleri ,ciltleri ve bıyıkları sapsarı olur!...
Vücutları
bir kuş gibi hafifler.
Çünkü ileri dönemde gelişen dolaşım bozukluğu nedeniyle önce parmakları sonra da el ve bacakları budanır!...
Çünkü ileri dönemde gelişen dolaşım bozukluğu nedeniyle önce parmakları sonra da el ve bacakları budanır!...
Bir
cumhuriyetçi
Cumhuriyetçi
Parti Başkanı adayı Roosevelt seçim konuşması yapıyormuş. Bir
seçmen de ha bire ona laf yetiştiriyormuş:
— Ben
bir demokratım, beni kandıramazsın!..
— Neden
demokratsın?
— Çünkü
dedem demokrattı, babam demokrattı, ben de bir demokratım.
Roosevelt,
"Bu herife iyi bir ders vereyim" diye düşünmüş ve
sormuş:
— Arkadaş,
diyelim ki büyük baban bir eşekti, baban bir eşekti, o zaman sen
ne olursun?
Seçmen cevap vermiş:
— Bir
cumhuriyetçi...
İsmail
Özcan Espri ve fıkralarıyla ünlüler
Ve
hayatta her şeyin sebebi, aslında iki şeydir !!!...
Herşeye
sebep olan "iki şey"!
İnsanı
2 şey öldürürmüş
1-
Sevmediği insanın silahından gelen mermi
2-
Sevdiği insandan gelmeyen ilgi
İki
şey "Kalitesiz insan" ''ın özelliğidir:
1-Şikayetçilik
2-Dedikodu
İki
şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
1-
Bakış açısını değiştirmek
2-Karşısındakinin
yerine kendini koyabilmek
İki
şey yanlış yapmanı engeller:
1-Şahıs
ve olayları akıl ve kalp süzgecinden geçirmek
2-Hak
yememek
İki
şey kişiyi gözden düşürür:
1-Demagoji
(laf kalabalığı)
2-Kendini
ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek)
İki
şey insanı "Nitelikli İnsan" yapar:
1-İradeye
hakim olmak
2-Uyumlu
olmak
İki
şey "Ekstra Değer" katar:
1-Hitabet
ve diksiyon eğitimi almak
2-Anlayarak
hızlı okumayı öğrenmek
İki
şey geri bırakır:
1-Kararsızlık
2-Cesaretsizlik
İki
şey kaşif yapar:
1-Nitelikli
çevre
2-Biraz
delilik
İki
şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
1-Baskın
yeteneği bulmak
2-Sevdiğin
işi yapmak
İki
şey başarının sırrıdır:
1-Ustalardan
ustalığı öğrenmek
2-Kendini
güncellemek
İki
şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
1-Niyetin
saf olması
2-Ruhsal
farkındalık
İki
şey milyonlarca insandan ayırır:
1-Sorunun
değil, çözümün parçası olmak
2-Hayata
ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla
yaklaşabilmek.
İki
şey gelişmeyi engeller:
1-Aşırılık
(mübalağa, abartı, ifrat, tefrit)
2-Felakete
odaklanmış olmak
İki
şey çözüm getirir:
1-Tebessüm
(gülümseme)
2-Sükut
(susmak)
İki
şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
1-Anne
2-Baba
İki
şey geri alınmaz:
1-Geçen
zaman
2-Söylenen
söz
İki
şey gerçek sondur:
1-Cennet
2-Cehennem
İki
şey ulaşmaya değerdir:
1-Sevgi
2-Bilgi
İki
şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:
1-Nefes
alabilmek
2-Nefes
verebilmek
Yorumlar
Yorum Gönder